22 Eylül 2012 Cumartesi

DEĞİRMENCİĞİLİN MEHMET AĞABEY

 
(Recai’nin Çeşmesi. Bozikgilin torunu Büşra, Bozikgilin gelini Nursel, Bozikgilin Yüksel, önlerinde Değirmencigilin Emine, Değirmenci Mehmet Özgenel, oturanlar Bozikgilin damadı Aziz, Bozikgilin damadı Ziya, Muhtar Bedri, sağ ayaktakiler arka sıra Tabağagilin Aysel Tabak, Şivekârgilin gelini Nebahat, ön sıra Tabağagilin gelini Fatma, Değirmencigilden Nilüfer, Tabağagilden Mehmet)

Cami imamı Ricail Hoca yok, Erzincan’da seminerde. Yine, Cumayı şehirde kılacağız. Değirmencigilin Mehmet abiyi alıyorum. Yolda o anlatıyor, ben dinliyorum. Değirmencinin Embiyabey Mahallesiyle ilgili  öyküsü var. Koçan Deresini geçerken bir başka öyküsü var. Koçan Camii’ni anlatıyor. Mezarlıkta yatanları dinlerken, şehre girdiğimizi fark ediyorum.
( Tahta Camii )

Değirmenciyi Tahta Camii’ye bırakıyorum. Musalla taşında bir cenaze var. Nur içinde yatsın.

Kemaliye ile ilgili, başta kaymakamlık, belediye, müftülük ve bir çok internet sitesine girdim, Tahta Camii hakkında küçücük bir bilgiye dahi ulaşamadım. Dış görünüşü tarihsel bir özellik taşımıyor gibi. Yanılıyor olabilirim. Camide hiç namaz kılmadım. İç donanım ve bezeklerini (tezyinat) bilmiyorum.  Kadıgölü Suyu’nun hemen yanında.  Kadıgölü’nün coşkun sularının üstüne bir köprü gibi uzanan, üstü kapalı, ahşaptan abdest alma yeri ilgi çekici. Bir çok kişi yazın, namazdan önce gelip burada serinliyor.
( Taşdibi Camii 1051 / Bu fotoğraf alıntıdır )
Ben şehirde namazımı Taşdibi Camii’nde kılmak isterim. Bu yaz onarım nedeniyle kapatılmış. Taşdibi Camii’nin diğer adı Bahçe Camii. Belki de bu nedenle tercih ediyorum.
( Orta Camii)
Bu Cumayı hemen Kadıgölü Suyu’nun başlangıcındaki Orta Camii’de kılacağım. Caminin ilk dikkat çeken özelliği  kapısı. Ahşap kapının kasasına kalın iple bağlı, ahşap ağırlık kapıyı kapatıyor. Eski Türk hamamlarında da bu kapı mekanizması vardı. Caminin küçük  kubbesi, sekiz kemerle taşınıyor. Yarım ahşap kat, sanıyorum sonradan eklenmiş. Abdest rahat ve serin bir ortamda alınıyor. Burası da yazın pek hoş oluyor.
 
( Şehir Kulübü çay bahçesi)
Mehmet Abiyi namaz çıkışı, cami kapısında karşılıyorum. Birlikte Şehir Kulübünün çay bahçesine oturuyoruz. Bir çok kişi, Değirmencinin hatırını sordu. Çayımızı Uğur Eti ısmarladı.
 

( Sumak bitkisi / Bu fotoğraf alıntıdır )
'’Hadi Mehmet Abi gidelim’’. Ufak-tefek alışverişlerimizi yaptık, dönüyoruz. PTT’nin önünden, Dörtyolağzından yukarı, hastaneye dönüyoruz. Hastanenin önünden, Dapur’dan, Akdere’nin başına ulaşıyoruz. Bir yanımda Değirmenci tatlı tatlı anlatıyor, diğer yanımda Fırat manzarasıyla Bahçe’ye doğru yol alıyoruz. Kemaliye’de olmanın keyfi buradan anlaşılıyor. Ürperten bir serinlik aracın camından içeri doluyor. Yamaçlarda türlü çeşitli çiçekler gözlerimizi okşuyor. Yamaçlarda bol miktarda bulunan, makilik bellediğim ağaççıklar, gerçekte ‘’*sumak’’mış. Güneydoğu Anadolunun endemik bitkisi sanırdım. Acaba, ‘’**zetirin’’in içinde var mıdır?  Bizim evde annem onca Eğin yemeği pişirirdi, ‘’sumak’’ kullandığını görmedim, yemeklerde de tadını almadım.

Embiyabey Mahallesi’ni geçerken, Celal Yılmaz’ın Bahçe Mahallesi’nden, Mehleye nasıl geçtiğini dinledim. Her neyse..! Bu mahalle de bizim, Celal Abi de bizden…
 
( Ocak Köyü Etnografya Müzesi / Fotoğraf alıntıdır )

Bahçe İlkokulunu geçiyoruz. Öğrenci yokluğundan kapandı. Şimdi, Embiyabey Camii imamı oturuyormuş. Gerçekte, kaymakamın makam şoförüymüş! Şimdilerde okulun müze olacağı gündem de. İmam okulu hemen boşaltacakmış. Okulumuzun tarihsel ve sanatsal değeri olduğunu sanmıyorum. Okulumuz, halen yaşayan (uzun ömürler dilerim) kimi hemşerilerimize ilim-irfan yuvası olmuş. Anılar bir dolu. Onarılması ve kültür hizmetine katılması gerçekten önemli. Okulumuzu, sonraki işler arasına koyup, saklamak mı gerekiyor du? ***Vecdi Bingöl Müzesi mi olmalıydı? Etnografya müzesi mi olmalıydı? Etnografya müzesi olsaydı, hemşerilerimizde yitmek üzere olan tarihsel materyalleri bir araya getirmez miydi? Acabaların sonu gelmez. Keşke, BAHÇEDER Bahçe Mahallesi için iş planı yapabilseydi!
 
08 Haz’12
Bahçe Mahallesi - Kemaliye
 
*Sumak : Ekşilik vermek için dövülerek yemeklere katılan mercimeğe benzeyen   meyve.
**Zetirin : Kurutulmuş 40 çeşit ottan, havanda dövülerek elde edilen tatlandırıcı.
***Ali Vecdi Bingöl : 
yasamoykusu.com’a göre biyografisi ;
 
Doğumu: 1887, Eğin / Ölümü: 1973, İstanbul
Arapgir ve Eğin (Kemaliye)'de orta tahsilini tamamladı. Babası Hafız Vahdi Efendiden Arapça ve Farsça öğrendi. İstanbul Darülmuallimîn Mektebini bitirdi (1915). İstanbul'da öğretmenlik yaptı. Öğretmenlikten emekli olduktan sonra Âşiyan müzesine müdür oldu. Devrin ünlü bestekârlarıyla tanıştı. Birçok şiiri Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak gibi bestekârlar tarafından bestelendi. 'Ayrılık yarı ölmekmiş', 'Geçti ömrüm yine hâlâ ben o bin dert ileyim,' 'Derman kâr eylemez ferman dinlemez,' 'Leylâ bir özge candır,' 'Çile bülbülüm,' 'Yâd eller aldı beni' mısralarıyla başlayan güftelerin sahibi olan Ali Vecdi, âşık tarzı şiirler yazdı. Şairin eserleri basılmadı. Eserleri:
Şiir: Gül ile Bülbül, Çeşme Bağ, Yayla Aşkı, Bingöl Çobanları Efsanesi, Kuş Dili (Çocuk şiirleri),
Diğerleri: Eğitim Tarihçesi ve Folklorü
 
 
ajans.kemaliye.net şöyle yazmış;
 
Türk Musikîsinde , sözlü eserlerimizin temel taşı olan güfte-beste ilişkilerinde unutulmaz güfte yazarı Ali Vecdi Bingöl .”..Ben yayla çocuğuyum. (1303-1888) tarihinde Eğin de doğdum.Adım Ali Vecdi,soyadım Bingöl’dür. Soy Köküm eski (1747) Bingöl çobanlarından ve Sinanlı Aşireti Ağalarından Mehmet Ali Ağadır…” diyerek kendi hayat hikayesine böyle başlar.
 
 
 
 


 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder