30 Ocak 2013 Çarşamba

KEMALİYE’YE HOŞ GELDİNİZ


Akşam yorgun düştük. Seğirtmekten değil. Mahçup olma kaygısıyla gerildik. Gerginlik yordu bizi. Kendimi öylece attım yatağa. Sabah nasıl oldu anlamadım! Sabah ezanını bile duymamışım. Rağmen, erken uyandım sayılır. Sabahın esselatısı.

 
Seher vaktini, Bahçe Deresine karşı yaşamak ne güzel bir duygu! Sabah yeli yüzümü inceden yalayıp geçiyor. Ürperiyorum. Vadinin ipiltili sokak aydınlatmaları henüz sönmemiş. Geceyle gündüz arası gibi. Munzur’a bakıyorum, dalmışım. Geçmişte kalan öyküler geliyor aklıma. Kar parça parça. Geşo’nun sağındaki zirve ağarıyor. Az sonra gün başlayacak. Başlayacak da… Ne kadar! Büyük şehir değil ki… Gün sessizce başlayıp, sessizce bitecek.
 
Kemaliye’de kaç kişiyiz ki… İnsan az, iş de az. Bu bir döngü. Yaz tatilcileri azalıyor, talep azaldıkça işsizlik büyüyor, işsizlik göçü getiriyor. Talebi artırma anlamında Kemaliye’de oturan hemşerilerimizin hiç çabası olmuyor. Hala eskilerin düşlerini kuruyorlar. ‘’Neden gelmiyorlar’’? Gelmeyecekler. Gelenler de giderek azalacak. Gurbetteki hemşerilerimiz azaldı mı? Yoooo… Hatta çoğaldılar. Yeni Kemaliyeliler Eğini tanımıyorlar. Kemaliye’de onların ilgilerini çekecek bir şeyler yapmalı. Yani, Kemaliye günümüze uygun bir şekilde pazarlanmalı. Biz bunun çabasındayız. Eğin’dekiler sürekli müşteri kaybetti, biz yeni sistemlerle pazarı genişletmeye çalışıyoruz. Hep engel, hep engel… Bıktırıyorlar.
Arazi yok, tarım nasıl olsun!? Geliştirilemez ki… Çünkü yok. Sanayi ıııhh..! Hammadde yok, pazar yok veya çok uzak, kalifiye eleman yok. Eeeeee… Sanayiyi geç… Elde TURİZM kaldı. Zor… Ama olanaksız değil. Olağanüstü çabalarla olur. Kemaliye zenginliğini fark etmeli. Kemaliye evlerden, kapı tokmaklarından, davul-gırnatadan ibaret değil. Çok zenginliği var. Kemaliye’de yaşayan hemşerilerimiz algılamalarını değiştirmeliler. Bir de, biz gurbettekiler sitem edilecek, kızılacak insanlar değiliz. Biz müşteriyiz. Ve her işte olduğu gibi, özellikle turizmde ‘’mutlak müşteri memnuniyeti’’ şarttır. İşin kuralı budur. Değiştirmeye kalkanların kendileri zarar eder. Sonuçlarına katlanırlar.
 
İstanbul’dan gelen Bahçelilerin bu gün ilk günleri. Yanlarına gidiyorum. Uyanmışlar, kahvaltı ediyorlar. Kahvaltı etmeme rağmen, ben de kahvaltı aldım. İştahım açıldı. Tabağı sildim süpürdüm. Parasını lokantaya ödeyecektim, unuttum. Kusura bakma Şevki Bey. Bir daha gelişimde ödeyeceğim.
Şehir Kulübünün bahçesinde büyücek bir halka oluşturduk. Mutlu ve espriliyiz. Çaylar geldi, boşlar gitti, söyleşi koyulaştı. Gelenler derin soluklar alıyorlar, memleket havasını bolca ciğerlerine çekiyorlar. İşi başarmak, gelenlerle kucaklaşmak mutluluğumu ikiye katlıyor.

Şivekârgil’den Tayyar Özgenel, ‘’hadi, özledik Bahçeye gidelim’’. Çarşıyı gezmeden doğru Bahçeye gidiyoruz. Bu gün Bahçe Camii’nde Değirmencigil, Hasan abi ve geçmişleri için mevlit okutuyor. İmamımız Ricail Hoca okuyacak. Kıraatı mükemmel. Bu hoca İstanbul’un büyük camilerinde olmalıydı… Bilgisi engin.

Camimize her girdiğimde derin duygular içinde oluyorum. Tüm geçmişim, şehit dedelerim bu camide namaz kılmış. Namaz kılarken bile geçmişe dalar giderim. Gözüm yaşarır, boğazım düğümlenir. Sanki onlarla birlikte oluyorum.

Caminin içinin fotoğraflarını çekmiştim. Teknik bir hata yüzünden fotoğraflar net olmadı. Kayıtlarda Bahçe Camii’nin yapılışı 1836 ‘ya tarihleniyor. Yapılan restorasyonla camimiz sağlamlaştırılmış. Sanıyorum,  özgün halinin replikası ortaya çıkmış. Bilinçsiz yenilemeler camimizin aslını almış götürmüş olabilir. Basit bir örnek vermek istiyorum. Kapılar tedavi edilmeden, üstüne vernik veya benzeri malzeme sürülmüş. Vernikler daha şimdiden pullanmış, dökülüyor. Oysa, ahşap içine işlemiş mantarlarından arındırılarak, tik yağı sürülmesi gerekiyordu. Böylece ahşabın ömrü uzadığı gibi, daha da estetik olurdu. Keşke adına restorasyon değil de,  onarım deselerdi. İkisi çok farklı.

Caminin önünde kurulan uzun masalarda mevlit yemeği yedik. Ziyade olsun… Allah kabul etsin… Önceleri ziyafetlerin favori yemeği taze fasulye ve haşlamaydı. Şimdilerde lokantalar hazırlıyor, pilav ve kavurma revaçta. Yemeğin çeşidinden ziyade, masanın samimiyeti ve söyleşisi çok hoştu. Evde yenilen aile yemeği kadar samimi. Mideler doyarken, sofranın havası ruhları da doyurdu.

Biraz Değirmencigilin kapısında eskilerden, Muhtar Bedir’in kapısında şundan bundan söyleştik. Derken vakit geç oldu. Hep beraber şehre gidiyoruz.  Şehir Kulübünün bahçesinde birer çay içeriz.
Kapalı.

Biz mahalleye dönüyoruz. Diğerleri otele. İyi geceler.

 
11 Haziran 2012 Pazartesi
Bahçe Mahallesi - Kemaliye

 

   









21 Ocak 2013 Pazartesi

KEMALİYE’DE BİR İLK

Divriği’nin mahallelerinden, sokaklarından şehrin içinden geçen ana yola iniyoruz. İndiğimiz nokta şehrin çıkışına yakın. Biraz sonra Divriği’yi çıkıyoruz. Yön tabelaları Erzincan-Zara’yı gösteriyor. Yolumuz, açık cevher silolarının arasından geçiyor. Görüntü paslı paslı… Aynı görüntüleri Çaltı’da görmüştük.
 
Otobüsümüzün şoförü Orhan yolun yabancısı. Temkinli sürüyor otobüsü. Fırsat buldukça, o da çevreyi seyrediyor. Yol ayrımına geldik. Yön tabelası soldan Zara’yı, sağdan İliç-Erzincan’ı gösteriyor. İstanbul’dan Kemaliye’ye gidişimizde bu yolları ayrıntılı anlatmıştık. Sağımızda Fırat’ı görüyoruz. Otobüsümüzde heyecan dorukta. Önce bir şaşkınlık oldu. Şaşkınlık geçince, bir sevinç kasırgası esti. Müthiş bir çığlık koptu. Herkes birbirine Fırat’ı anlatıyor. Oysa, aramızda Fırat’ı bilmeyen yok. Koca bir mavi yön tabelası karşıya İliç-Erzincan’ı, tam sağa Kemaliye’yi gösteriyor. Heyecan dorukta. Otobüsümüzün içi kıpır kıpır. Şoförlerimiz de şaşkın. Onlarda heyecanlı.

Birinci köprü, ikinci köprü… Ve Bağıştaş tren istasyonunu görüyoruz. Hemşerilerimizde yine bir dalgalanma oldu. İlla ki, hepimizin bir Bağıştaş anısı var. Biri diğerine Bağıştaş’ta treni anlatıyor. Anılar ardı ardına geliyor. Karşı geçede, sırtından geçerken göremediğimiz Bağıştaş Köyü…

Ornajın Rampası’na sarıyoruz. Hala Ornaj’a kafam basmıyor! Bu sözcük ne anlama geliyor? Yavaş yavaş Çimento Geçidi’ne yaklaşıyoruz. Hemşerilerimizin bir çoğu yolu bu haliyle ilk kez görüyorlar. ‘’Çok güzel…’’ ‘’Kim derdi ki, Bağıştaş’a böyle bir yol yapılacak!’’ ‘’Maşallah!’’

Oysa, yol Bağıştaş için değil. Kemaliye’yi il merkezine, Erzincan’a bağlamak için yapılmış. Şimdilik trenin modası geçmiş gibi… Değil… Yakında YHT (Yüksek Hızlı Tren) Sivas’a geliyor. Oradan da Erzincan’a, Erzurum’a… Tabii ki Bağıştaş’ta durmayacak. Ya Sivas’ta, ya da Erzincan’da ineceğiz. İstanbul - Kemaliye arası 8-9 saate inecek. İnanılır gibi değil…

BAHÇEDER Gezi Grubu iki ilki başardı. Bahçe Mahallesine ilk kez bir gezi grubu geliyor. İkinci ilk, bir yolcu otobüsü ilk kez Şırzı yönünden Kemaliye’ye giriyor. Şoförümüz Orhan da bu ilkten gurur duyuyor. Şırzı Köprüsü’nde hemşerilerimizi sürpriz bekliyor. Hele bir köprüye inelim!

 
Şırzı köprüsünün orta yerine geldiğimizde, Muhtarımız Bedri Yakar, BAHÇEDER Başkanı Turhan Eti otobüsümüzü karşıladılar. Durduk… Karşı tünelden davuluyla Murat, gırnatasıyla Büşra çıkıyor. Vur davulcu davula… Hemşerilerimiz sevinç içinde köprünün üstünü doldurdu. Coşku dorukta… Her şey çok güzel.
 
Birden halay kuruldu. Bilen, bilmeyen herkes halaya katıldı. Koca köprü dar geldi. Murat davuluna vurdukça coşuyor, gırnatanın nağmeleri Karanlık Kanyon’un derinliklerinde yankılanıyor. Belki küçük bir gurubuz, olabilir. Coşkumuz, memleket sevgimiz büyük. Yüreklere sığmıyor. Hemşerilerimiz isteksizce bindiler otobüse.

 
Döne-kıvrıla Kemaliye’ye giriyoruz. Kadıgölü Suyu’nu gerimizde bıraktık. Benzinliğin önünden kıvrıldık. Cumhuriyet Meydanı… Belediyenin önünde yolculuk bitti. Hemşerilerimiz otobüsten mutlu indiler. Biraz şaşkın, biraz çekingen çevrelerine bakıyorlar. Kimileri uzun zamandır Kemaliye’ye gelmedikleri için, Kemaliye’nin değişikliklerini yadırgadılar. En çok da oteller ve yapı yenilemeleri onları şaşırttı. Çevredekiler uzaktan öylece bakıyorlar. Tanıyanlar, tanıdıklarına yaklaşıp ‘’hoşgeldin’’ ediyorlar. Bütün ricalara rağmen, belediye ‘’hoşgeldiniz’’ anonsunu etmedi. Değişen dünyanın farkına varmayan, kendisini yeni dünya anlayışına uyduramayan belediyenin algılamaları beni üzüyor. Belediye Kemaliye’yi geliştireceğine, engelliyormuş gibi duruyor. Dileriz, çabalarımız bir sonuç verir. Umutluyuz…

Bizleri aldı mı bir telaş… Adeta Cumhuriyet Meydanı’nı birbirine kattık. Bir yandan gelenleri karşılıyoruz, bir yandan otele seğirtiyoruz. Gelenler mutlu olsunlar, hiçbir şey aksamasın istiyoruz. Bu gezi grupu dernek çalışmalarını ikinci aşamaya taşıyacak. İstanbul’da dağılmış olan Bahçeliler toparlandı. Bundan sonra bütün yollar Bahçe Mahallesi’ne çıkar.

Hemşerilerimiz Yeşil Eğin Oteli’ne yerleştiler. Otelin sahibi Şevki Bozkurt, memnun etmek için çırpındı. Hemşerilerimiz de kimi aksamaları görmezden geldiler. Böylece sorunsuz yerleşildi. Hepimiz mutlu ve mesuduz.

Şehir Kulübünün bahçesinde toplandık. Gelenlerin yüzü gülüyordu. Her şeyi, her yanı hemen görmek istiyorlardı. Çaylar içildi, aramızda söyleştik. Bir kısım hemşerilerimizle Bahçe’ye geldi.

Ve akşam oldu. Geç vakit otellerine yerleştiler. Biz de derin bir soluk aldık.

10 Haziran 2012 Pazar
Bahçe Mahallesi - Kemaliye

İletişim : ikiyolbirsukemaliye@yandex.com.tr

13 Ocak 2013 Pazar

DİVRİĞİ ULU CAMİİ, YENİDEN GELECEĞİM…

Külliyenin yapımında var olan; imaret (aşhane), buka (konukevi), sundurma, mahkeme, namazgâh, musalla, kuyu ve sebil gibi yapılar günümüze ulaşmamıştır.

MİNBER
Minberi görenlerin adeta nutku tutulur. Karşısında büyülenir, öylece kalırlar. Oyma sanatının en güzel örneği ancak bu minberde görülebilir. Minber, bilinen en sert ağaç olan abanoz ağacından yapılmış. Daha da sertleşmesi ve dayanıklılığının yüzyıllarca sürmesi için, ağaç işlenmeden önce 6 yıl sığır gübresine yatırılmış.

Minberin yüksekliği 7 metre, derinliği 4.2 metre, eni 103 santimetre ölçülerinde. Yapımında çivi veya benzeri malzeme kullanılmamış. Tamamen geçme.

Zaten sert olan ve daha da sertleştirilen abanoz ağacının ne kadar zor işlendiği ortada. Üzerine işlenen yıldız ve levhacıklar, 5 ve 12 köşeli. Kabartma sülus yazı kuşakları ve yıldız motifleri büyük bir özenle yapılmış. Minberin üzerinde ad ve kitabelerin yanı sıra çok sayıda kutsal söz bulunmakta. Hadis ve ayet yönünden zengin. Minberde Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed ve hattat Mehmed isimleri var.

MİHRAP
Divriği Ulu Camii’nin her bir köşesi şaşırtıyor. ‘’'Maksure Kubbe'’ adı verilen mihrabın kubbesi içten olağanüstü güzel. 12 nervür taşı ile dilimlere ayrılmış, dört büyük kemere oturtulmuş. Mihrap sivri kemerli bir niş şeklinde. Kubbesinde dört küçük pencere var. Bunlardan üçü yıldız biçimli. Mihrap kubbesi cami içerisindeki akustiği sağlayabilmek için yapılmış.

Mihrabın biçimiyle eşsiz olduğunu düşünüyorum. Oldukça sade düzenlenmiş. Namazda dikkat çekmemesi için, kıyamdaki imamın ve cemaatin göz hizasının üstünden başlıyor. Ters çevrilmiş, yukarı doğru sıralanmış kalpler yer alıyor. Mihrabın iki yanının kesiştiği uç noktaya iki adet elif, ortaya bir lale ve lalenin altına bir hilal yerleştirilmiş.

Kuzey Taç Kapıdan girildiğinde, sağda ve solda mermerden oyulmuş iki adet ‘’Emanet Taşı’’ bulunuyor. '’Zekat ve Sadaka Taşı'na’’ ve '’Emanet Kutusu'na’’ 783 yıldır bakılıyor. Bu 3 sandıktan 2 tanesi emanet sandığı, 1 tanesi zekat ve sadaka taşı. O zamanlar buranın halkı uzak yerlere, yaylalara gittiklerinde evlerinde olan altınları emanet olarak 24 saat açık olan caminin ‘’Emanet Taşına’’ bırakırlarmış. Aylar sonra geldiklerinde emanetlerini taşlardan aynen alırlarmış.

‘’Zekât ve Sadaka Taşı’na’’ zengin olan insanlar zekatlarını ve sadakalarını bırakırlarmış. Fakir olan insanlar da gelir ihtiyacı kadar alıp gidermiş.

Kuzey Taç Kapısı’nın giriş tavanında, 12 adet sarkıtla çevrili düz bir tavan örtüsü (tonoz) görülüyor. Sarkıtlar, düzenekleri ve farklı biçimleriyle, imamın arkaya gelen sesinin camiye yayılmasını sağlıyor.

 
 
Caminin içinde bulunan 16 adet sütunun baş ve ayakları birbirlerinden farklı düşünülmüş. Depremde güneydoğu köşesinde bulunan sütunlar zarar görmezken, diğer sütunlar zarar görmüş. Kanuni döneminde zarar gören sütunlar, büyük usta Mimar Sinan tarafından güçlendirilmiş. Bu gün, inşaatçılıkta gündemde olan güçlendirme veya mantolama herhalde bu camideki uygulamadan örnek alınmış.
 
Güney duvarına boydan boya işlenmiş olan âyet şeridi üzerinde, nakkaşı Mehmed oğlu Ahmed yazıyor.
 
Şah mahfilinin bütün ahşap işlemeleri, halıları ve kapısı yıllar önce maalesef çalınmış.
 
Divriği Ulu Camii ve Dârüşşifası adıyla dünya sanat tarihinde yer alan bu eşsiz başyapıt Fatma Hatun Camii, Ahmet Şah Camii diye de adlandırılır.
 
Külliye çok daha uzun zamanda gezilecek kadar ayrıntılı ve sır dolu. Yüzlerce fotoğraf çekilebilir. İstanbul’dan yorgun gelen hemşerilerimizi düşünerek, cami gezisini kısa kesip, aşağıda bizi bekleyen otobüsümüze dönüyoruz.
 
Heyecan dorukta… Menzilimiz Kemaliye.
 
10 Haziran 2012 Pazar
Ulu Camii – Divriği

İletişim : ikiyolbirsukemaliye@yandex.com.tr

Not:
Sevgili takipçilerimiz,
blog sağlayıcısında dünya genelinde bir sorun oluştuğu için, uzun zamandır yazı ve fotoğraflarımızı girememiştik. Şimdi geçici bir çözümle giriş yapabiliyoruz.

Özür diliyoruz.

BLOGGER