27 Eylül 2012 Perşembe

‘’ YEME DE YANINDA YAT ‘’


(Mahallemizin bir kızı Taş Başı’nda ‘’tut’’ topluyor. Bağlar duttan dökülüyor. İllâ ‘’makkufun tutları’’ olacak.)

Bu gün, Bahçe Mahallesi Gezi Grupu  İstanbul’dan yola çıkıyor. Ayın 10’u Pazar günü Divriği’de karşılayacağız. Aynı gün öğlen Kemaliye’de olacaklar. Kendi adıma çok heyecanlıyım. Bahçe Mahallesi’ne,  sevgili mahallemize hemşerilerimiz doğrudan, özel olarak geliyor. Mahallemizin miladı. Sevinçliyim.
 
(Buğday Meydanı’nın yeni çeşmesi)

Hazırlıklarımızı sürdürmeliyiz. Gezi programı kusursuz olmalı, hata olmamalı. Hoş, bizler de bu tür organizasyonların yabancısıyız. Başarmalıyız. Bu gün şehre gidiyorum. Her şeyi gözden geçirmeliyim.

(Eğin Piyazı) (Alıntı)

Bekirağagilin damat var. Birgül’ün eşi Mustafa. Cumhuriyet Lokantasının sahibi. Ekim’de geldiğimde, ağızlara layık bir ‘’kogurma’’ yemiştim. Tadı damağımda. Yanında Eğin’de mayalanmış yoğurt olsa, bu yoğurttan yapılmış ayran olsa, Eğin piyazı olsa, bir de un helvası olsa. Ben bunları yemem, yanlarında yatarım. ‘’Yeme de yanında yat’’.

Gezi grupumuzun yemek işini Mustafa’yla halledeceğiz. Bahçe damadı ya…
‘’Mustafa Salı günü piknik yemeği,’’
’'Salı günü hiçbir kuvvet bana dükkânı açtıramaz,’’
‘’O niye,’’
’'Erzincan’a araba almaya gideceğim.’’
Mustafa çocuk gibi seviniyor. Ne diyebilirim. ‘Mustafa daha sonra gitsen ne olur.  Hem bizi memnun edersin, hem para kazanırsın. İstedik ki, para çarşı esnafına dağılmış olsun. Yine Bozkurt Oteline, yine Şevki Bozkurt’a… Sağolsun… Şevki Bozkurt farklı.

(Onarımın yapıldığı belediye birimi sağ aşağıda yeşil çatılı yer.)

Şehir Kulübü çay bahçesinde artık iyi karşılanıyorum. Ben bu bahçeyi seviyorum. Sakin, serin, temiz. Çayı da güzel. Okey oynayanlara imrenmeye başladım. Acep, ben de oynamaya başlasam mı? Çay bahçesinin basit de olsa, bir süs havuzu var. Fıskiyesi şırıldıyor. Sanki, serinliği arttırıyor. Keyif veriyor. Çayım geldi. Pırıl pırıl bir bardakta, mis gibi bir çay. Geç kalmadan alabildiğim gazetemi açıyorum. Çayımı yudumlarken, bir yandan da, gazeteye gömülüyorum.Çay bahçesinin yanında yenilenen, belediye biriminin inşaat seslerini bile duymuyorum.
Sayın Belediye Başkanım;
turizme hazırlanan güzelim Kemaliye’mde inşaat işlerine, Haziran başıyla, Eylül sonuna kadar bir yasak getirseniz. Her turizm kentinde yapılan bu uygulamayı size de öneriyorum.

Sayın Başkan;
üç-beş ay önce ‘’Yavaş Şehir’’ önerisi getirmiştim. ‘’Hazırlıkları son aşamada’’ diye yanıt vermiştiniz. Henüz başlamamışsınız bile. O gün de biliyordum; bu yanıt bana ilgisiz biri tarafından, savuşturmak amacıyla verilmişti. Personeliniz, her belediyede olduğu gibi, e-posta yazışmalarını ciddiye almıyor.

Dünya aldı başını gidiyor. ‘’Atı alan Üsküdar’ı geçmeden’’, lütfen, gereğini yapınız. ‘’Yavaş Şehir’’ kuralları aynı zamanda Kemaliye’ye de farklı bir kimlik kazandıracak ve koruyacak. Her olumlu girişimin, Kemaliye’ye olumlu katkılarda bulunacağı gerçeğini benimsemek zorundayız.

(Mezarlığın altına rahmetli Fatma kardeşimiz için yaptırılan çeşme) (Alıntı)

Akşamı etmeden Bahçe’ye gideyim. Akdere’den yukarı çıkıyorum. Solumdaki doyumsuz manzara eşliğinde aracımı yavaş yavaş sürüyorum. Mezarlık altında aracımdan indim. Çevreyi mistik bir koku sarmış. Başımı döndürüyor. Kâfûrun kokusu mu, kekik kokusu mu? Dilerim babam hayır duasını eksik etmiyordur. Yirmidokuz yıl önce kaybettim babamı. O sıra yanında değildim. Atalarımla koyun koyuna yatıyor. Baba, seni özlüyorum.

Mahallemin kadınları bizim avluda toplanmışlar. Tatlı bir söyleşinin ortasına girdim. Hemen çaylarına ortak oluyorum. Bizim arkadan, vadiye doğru ikinci üçüncü bardak çayları da yuvarladım. 

09 Haziran 2012 Cumartesi
Bahçe Mahallesi  -  Kemaliye

 

22 Eylül 2012 Cumartesi

DEĞİRMENCİĞİLİN MEHMET AĞABEY

 
(Recai’nin Çeşmesi. Bozikgilin torunu Büşra, Bozikgilin gelini Nursel, Bozikgilin Yüksel, önlerinde Değirmencigilin Emine, Değirmenci Mehmet Özgenel, oturanlar Bozikgilin damadı Aziz, Bozikgilin damadı Ziya, Muhtar Bedri, sağ ayaktakiler arka sıra Tabağagilin Aysel Tabak, Şivekârgilin gelini Nebahat, ön sıra Tabağagilin gelini Fatma, Değirmencigilden Nilüfer, Tabağagilden Mehmet)

Cami imamı Ricail Hoca yok, Erzincan’da seminerde. Yine, Cumayı şehirde kılacağız. Değirmencigilin Mehmet abiyi alıyorum. Yolda o anlatıyor, ben dinliyorum. Değirmencinin Embiyabey Mahallesiyle ilgili  öyküsü var. Koçan Deresini geçerken bir başka öyküsü var. Koçan Camii’ni anlatıyor. Mezarlıkta yatanları dinlerken, şehre girdiğimizi fark ediyorum.
( Tahta Camii )

Değirmenciyi Tahta Camii’ye bırakıyorum. Musalla taşında bir cenaze var. Nur içinde yatsın.

Kemaliye ile ilgili, başta kaymakamlık, belediye, müftülük ve bir çok internet sitesine girdim, Tahta Camii hakkında küçücük bir bilgiye dahi ulaşamadım. Dış görünüşü tarihsel bir özellik taşımıyor gibi. Yanılıyor olabilirim. Camide hiç namaz kılmadım. İç donanım ve bezeklerini (tezyinat) bilmiyorum.  Kadıgölü Suyu’nun hemen yanında.  Kadıgölü’nün coşkun sularının üstüne bir köprü gibi uzanan, üstü kapalı, ahşaptan abdest alma yeri ilgi çekici. Bir çok kişi yazın, namazdan önce gelip burada serinliyor.
( Taşdibi Camii 1051 / Bu fotoğraf alıntıdır )
Ben şehirde namazımı Taşdibi Camii’nde kılmak isterim. Bu yaz onarım nedeniyle kapatılmış. Taşdibi Camii’nin diğer adı Bahçe Camii. Belki de bu nedenle tercih ediyorum.
( Orta Camii)
Bu Cumayı hemen Kadıgölü Suyu’nun başlangıcındaki Orta Camii’de kılacağım. Caminin ilk dikkat çeken özelliği  kapısı. Ahşap kapının kasasına kalın iple bağlı, ahşap ağırlık kapıyı kapatıyor. Eski Türk hamamlarında da bu kapı mekanizması vardı. Caminin küçük  kubbesi, sekiz kemerle taşınıyor. Yarım ahşap kat, sanıyorum sonradan eklenmiş. Abdest rahat ve serin bir ortamda alınıyor. Burası da yazın pek hoş oluyor.
 
( Şehir Kulübü çay bahçesi)
Mehmet Abiyi namaz çıkışı, cami kapısında karşılıyorum. Birlikte Şehir Kulübünün çay bahçesine oturuyoruz. Bir çok kişi, Değirmencinin hatırını sordu. Çayımızı Uğur Eti ısmarladı.
 

( Sumak bitkisi / Bu fotoğraf alıntıdır )
'’Hadi Mehmet Abi gidelim’’. Ufak-tefek alışverişlerimizi yaptık, dönüyoruz. PTT’nin önünden, Dörtyolağzından yukarı, hastaneye dönüyoruz. Hastanenin önünden, Dapur’dan, Akdere’nin başına ulaşıyoruz. Bir yanımda Değirmenci tatlı tatlı anlatıyor, diğer yanımda Fırat manzarasıyla Bahçe’ye doğru yol alıyoruz. Kemaliye’de olmanın keyfi buradan anlaşılıyor. Ürperten bir serinlik aracın camından içeri doluyor. Yamaçlarda türlü çeşitli çiçekler gözlerimizi okşuyor. Yamaçlarda bol miktarda bulunan, makilik bellediğim ağaççıklar, gerçekte ‘’*sumak’’mış. Güneydoğu Anadolunun endemik bitkisi sanırdım. Acaba, ‘’**zetirin’’in içinde var mıdır?  Bizim evde annem onca Eğin yemeği pişirirdi, ‘’sumak’’ kullandığını görmedim, yemeklerde de tadını almadım.

Embiyabey Mahallesi’ni geçerken, Celal Yılmaz’ın Bahçe Mahallesi’nden, Mehleye nasıl geçtiğini dinledim. Her neyse..! Bu mahalle de bizim, Celal Abi de bizden…
 
( Ocak Köyü Etnografya Müzesi / Fotoğraf alıntıdır )

Bahçe İlkokulunu geçiyoruz. Öğrenci yokluğundan kapandı. Şimdi, Embiyabey Camii imamı oturuyormuş. Gerçekte, kaymakamın makam şoförüymüş! Şimdilerde okulun müze olacağı gündem de. İmam okulu hemen boşaltacakmış. Okulumuzun tarihsel ve sanatsal değeri olduğunu sanmıyorum. Okulumuz, halen yaşayan (uzun ömürler dilerim) kimi hemşerilerimize ilim-irfan yuvası olmuş. Anılar bir dolu. Onarılması ve kültür hizmetine katılması gerçekten önemli. Okulumuzu, sonraki işler arasına koyup, saklamak mı gerekiyor du? ***Vecdi Bingöl Müzesi mi olmalıydı? Etnografya müzesi mi olmalıydı? Etnografya müzesi olsaydı, hemşerilerimizde yitmek üzere olan tarihsel materyalleri bir araya getirmez miydi? Acabaların sonu gelmez. Keşke, BAHÇEDER Bahçe Mahallesi için iş planı yapabilseydi!
 
08 Haz’12
Bahçe Mahallesi - Kemaliye
 
*Sumak : Ekşilik vermek için dövülerek yemeklere katılan mercimeğe benzeyen   meyve.
**Zetirin : Kurutulmuş 40 çeşit ottan, havanda dövülerek elde edilen tatlandırıcı.
***Ali Vecdi Bingöl : 
yasamoykusu.com’a göre biyografisi ;
 
Doğumu: 1887, Eğin / Ölümü: 1973, İstanbul
Arapgir ve Eğin (Kemaliye)'de orta tahsilini tamamladı. Babası Hafız Vahdi Efendiden Arapça ve Farsça öğrendi. İstanbul Darülmuallimîn Mektebini bitirdi (1915). İstanbul'da öğretmenlik yaptı. Öğretmenlikten emekli olduktan sonra Âşiyan müzesine müdür oldu. Devrin ünlü bestekârlarıyla tanıştı. Birçok şiiri Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak gibi bestekârlar tarafından bestelendi. 'Ayrılık yarı ölmekmiş', 'Geçti ömrüm yine hâlâ ben o bin dert ileyim,' 'Derman kâr eylemez ferman dinlemez,' 'Leylâ bir özge candır,' 'Çile bülbülüm,' 'Yâd eller aldı beni' mısralarıyla başlayan güftelerin sahibi olan Ali Vecdi, âşık tarzı şiirler yazdı. Şairin eserleri basılmadı. Eserleri:
Şiir: Gül ile Bülbül, Çeşme Bağ, Yayla Aşkı, Bingöl Çobanları Efsanesi, Kuş Dili (Çocuk şiirleri),
Diğerleri: Eğitim Tarihçesi ve Folklorü
 
 
ajans.kemaliye.net şöyle yazmış;
 
Türk Musikîsinde , sözlü eserlerimizin temel taşı olan güfte-beste ilişkilerinde unutulmaz güfte yazarı Ali Vecdi Bingöl .”..Ben yayla çocuğuyum. (1303-1888) tarihinde Eğin de doğdum.Adım Ali Vecdi,soyadım Bingöl’dür. Soy Köküm eski (1747) Bingöl çobanlarından ve Sinanlı Aşireti Ağalarından Mehmet Ali Ağadır…” diyerek kendi hayat hikayesine böyle başlar.
 
 
 
 


 
 

16 Eylül 2012 Pazar

‘’BAKARSAN BAĞ OLUR, BAKMAZSAN DAĞ OLUR’’

Bahçe sokaklarını arşınlıyorum. Bunca yıldır mahalleme geliyorum, hala beni şaşırtıyor. Kimi köşeleri yeniden keşfediyorum ya da anımsıyorum. Geldikçe, tüm günümü Taş Başıyla ev arasında geçirirdim. Son gelişimden bu yana uzun zaman geçti. Köşe bucak geziyorum.

Sokakların adına bakıyorum. Şu Bahçe, bu Bahçe… Sokaklarımızın tartışıldığını hiç duymadım. Diyorum ki, sokaklarımıza geçmişlerimizin isimlerini verelim. Meselâ; ‘’Böyük Aba Sokak’’, ‘’Mamağa Sokak’’ gib… Ya da Bahçe Mahallesi’nin kaderini tayin eden seferberlik şehitlerimizin isimleri… ‘’Hacı Beg Sokak’, ‘’Mehmet Hilmi Efendi Sokak’’ olabilir. Veya Bahçe Mahallesi’nin sülalelerinin lakapları olabilir. Bu düşüncemin destek göreceğini umuyorum.  İsimleri belirledikten sonra, Belediyeden kesinlikle olur alabileceğimizi sanıyorum.

Taş Başı’na çöktüm. Bahçe’nin en gözde yeri, perişan, unutulmuş, kaderine terk edilmiş. Taş Başı hatırlanacağı günü bekliyor. Bekirağagil de olmasa, büsbütün ‘’sönük petek’’ olacak. Kahvaltılarını Taş Başında yapıyorlar, çaylarını içiyorlar. Özeniyorum. Hoş… Öşnedenli Yenge, gelini ikramda kusur etmezler. Sağolsunlar…

BAHÇEDER’e Taş Başı önerim; Konak’ın önünden, Mülâzımgilin alt kapıya kadar, ‘’yalduranla’’ kodu düşürülsün. Yola rıhtım taşı döşensin. Duvarlar ıslah edilsin. Çeşme geleneksel mimariye uygun hale gelsin. Taş Başı çimentodan, metalden arındırılsın. Yerel malzeme kullanılsın. Duvarların başına geleneksel korkuluklar yapılsın. Oturma üniteleri yapılsın. Peyzaj çalışmalarıyla Taş Başı yeniden kimlik kazansın. Nasıl olur?

 Bu düşüncemi birkaç kişiye açtım. Taş Başı bozulur muhalefetiyle karşılaştım. Oysa, Taş Başı bitmek üzere, bu girişimle Taş Başı  hayat bulacak. Zaten, yapılacak çalışma, Taş Başını yeniden eski günlerine döndürecek. BAHÇEDER’in hazırlattığı projeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.

 Finansman sorunu ne olacak dediğinizi duyar gibiyim! Tabii ki, bağış yoluyla çözülecek. Herkes gönlünden kopanı verecek ve bu iş kotarılacak. Anlamlı büyüklükte bağışta bulunanların isimleri bronz plakaya yazılarak, Taş Başına çakılacak. Hayrı sonsuza kadar anılacak.

Bağlarımızı ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Bir iki bağın dışında, bütün bağlar harap durumda. Görür görmez, burnum sızladı, gözlerimden yaş aktı. ‘’Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur’’. Bizim bağlarımız gayri orman olmuş. İçinden çıkılır gibi değil. Çok zor. Doğrusu, kabul ederse Hazineye bağışlayalım. Böylece, vergilerinden kurtuluruz. Kimilerimizin görüşü bu doğrultuda olabilir. Haklı da olabilirler.

 Gelin, bir de farklı bakalım. Önce kaynak arayışına başlayalım. Destek arayalım. Geliştireceğimiz projeleri çeşitli yerlere sunalım, anlatalım. Kendi kaynaklarımızı da ortaya koyalım. Oluşturacağımız bir sistemle pekâla üstesinden geliriz. Hatta, Karadenizliler gibi, belki de bağlarımızdan gelir sağlayabiliriz.

 Yeter ki, inanalım, gönül verebilirim. Destekleyeceğimiz bir gurup gönüllü başarabilir. BAHÇEDER Yönetim Kuruluna, Gönüllülerine güveniyorum. Ben de varım. Yok mu, ‘’ben de varım’’ diyecek?
 

Bu düşünceler içinde akşamı yaptım. Bekirağagilin gelinin demlediği mis gibi çayı, Bahçe Deresine karşı keyifle içtim.

07 Ha.’12 Perşembe
Bahçe Mahallesi - Kemaliye

11 Eylül 2012 Salı

YEŞİL EĞİN OTELİ




Bahçe Mahallesi gezi grupumuzun bir bölüğü Yeşil Eğin Otelinde kalacak. Organizasyonda aksama olsun istemiyorum. Gelenler, bu geziden mutlu ayrılmalılar. Derneğimiz ilk kez Kemaliye’ye adım atıyor. Bu Bahçe Mahallesi’nin miladı sayılır. Şimdiye dek İstanbul’daki etkinlikler, Bahçe Mahallesi’ndeki çalışmalarımıza alt yapı hazırlama amaçlıydı.

Bozkurt Otelinin sahiplerinden Şevki Bozkurt’la görüşüyorum. İstediklerimi sanki önceden biliyormuş gibi, lafım bitmeden ‘’tamam, hiç aksama olmayacak. Merak etme.’’ diyor. Candan davranışları güven veriyor. Şevki Bozkurt sayesinde, konaklama benim için endişe olmaktan çıktı. Kemaliye’de turizm gerçeğini kavrayan ilk insanlardan biri. Şevki Bozkurt’un gösterdiği içtenliğe ve anlayışa  sonsuz teşekkürler. Herkesi eleştirmiyoruz. Sezarın hakkı Sezara.

Yeşil Eğin Oteli’nin balkonları Fırat’a bakıyor. Temiz, pırıl pırıl. Personeli nazik ve en önemlisi işlerinde oldukça becerikliler.  Geçen Ekim’de bu otelde kaldım, memnunum. Grupumuz da Yeşil Eğin’de kalacak.

Belediye’ye uğradım. ‘’Önümüzdeki Pazar günü İstanbul’dan gezi grupumuz gelecek, şehir hoparlöründen bir hoş geldiniz anonsu rica ediyorum’’ dedim ve pişman oldum. Orada bulunan bir bayan anonsları yaparmış, ‘’benim bir Pazar günüm var, buralara gelip anons edemem’’ dedi. Üzücü bir tavırdı. Yanıt veremedim. Bu kadar tersleneceğimi düşünememiştim. Bir ‘’hoş geldiniz’’ jestinin, Kemaliye’ye neler kazandıracağını bu hanımefendiye nasıl anlatabilirim. Oysa, evi birkaç dakikalık uzaklıktadır. Anons kaç dakikasını alabilir ki?

Çarşıyı geziyorum. Hava sıcak, bunalmıyorum. Yukarı meydanda bir kahvede oturuyorum. Bir çok insanla selamlaştım, karşılıklı hatır sorduk. Cumhuriyet Caddesi’nden başlayan yenileşme, henüz buraya uğramamış. PTT ile meydan arasındaki gariban otelinin ve altındaki dükkânların çirkinlikleri kaldırılmalı. Baraka dükkânlar da kaldırılmalı. Meydan, özgün mimarisiyle Kemaliye’ye yakışır hale getirilmeli. Burada etkinlikler, törenler yapılabilir. Açık hava sergileri kurulabilir. Üniversite öğrencilerinin buluşma yeri olabilir. Öğrenciler bu anlamda çok sıkıntılılar.

Öğrenciler, Kemaliye’de sıkıldıklarını bana uzun uzun anlattılar. Onlar Kemaliye’nin müşterileri. İsteklerini doğru algılayıp, gereği yapılmalı. Turizmin yanı sıra, Kemaliye neden bir öğrenci kenti olmasın. Eskişehir hiçbir şeydi, şimdi öğrenciler sayesinde çok şey oldu.

Kemaliye’de bir otomobil park yeri olmalı. Örneğin, hükümetin önü gibi. Tabii ki, Kemaliye aslına uygun biçimde yeniden planlanmalı. Bu planlama, Ankara yerine, KEMAV gibi STK’lar tarafından yaptırılmalı. Hatta, hemşerilerimiz arasında bulunan arkeologlardan, sanat tarihçilerinden, mimarlardan, jeololoğlardan, şehircilik uzmanlarından, çevre mühendislerinden oluşan bir  kurulun danışmalığı alınabilir. Kemaliye bu kadar önemli, bence.

İş makineleri, kamyonlar, otobüsler, minibüsler için daha geniş ve daha gizli bir yer bulunmalı. Hatta, iki üç araçlık küçük, şık bir otobüs terminali olmalı.Cumhuriyet Meydanı’ndan ve Cumhuriyet Caddesi’nden araçlar büsbütün kaldırılmalı.

Benzin istasyonu kesinlikle şehir merkezinden, evlerden ve ağaçlardan  uzak bir yere taşınmalı. Meselâ, Şırzı çıkışına doğru olabilir. Kemaliye’de bir ufak kıvılcımın nelere mal olduğu, belleklerimizde acılı bir şekilde duruyor. Çarşımızın yangını yüreklerimizi yakmıştı.
 
Bahçe Mahallesi’ne, bu kez hastanenin önünden dönüyorum. Özgün mimarimize yabancı kalmayan, yeni hastane binamız hayırsever bir hemşerimiz tarafından yaptırılmış. İçine girmedim. Anlatıldığına göre iç donanımı da eksiksizmiş. Eski hastanenin önüne ‘’acil’’ tabelası konulmuş. Uzman hekimi olmayan sağlık birimine ‘’acil’’ kurulamaz. Hastanemizin hiç uzman hekimi yok. Benim bildiğim, iki hemşerim dahiliye uzmanı olmadığından, Erzincan yollarında yaşamlarını yitirdiler. Dişi ağrıyan hemşerilerimiz elleri yanaklarında ızdırap içinde yaşıyorlar. Avuç dolusu antibiyotik, ağrı kesici alıyorlar. İlaçlar yetmezse, enjektörü apseli dişin köküne sokuyorlar, iltihabı çekerek ağrıyı azaltmaya çalışıyorlar. İşin gerçeğini öğrendim. Nüfus azlığı nedeniyle, uzman kadrosu Kemaliye’den kaldırılmış. Küçük yerleşimlerde yaşayınca, devletin sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak mıyız? Biz vatandaş değil miyiz?

Yavaş yavaş Bahçe’nin yolunu tuttum. Aklımın bir köşesinde hastane, öylece çakıldı kaldı. Dönünce, bütün yolları deneyerek Kemaliye’ye uzman hekim getirmek için çabalayacağım. Önce Sağlık Bakanını arayacağım (müsteşarıyla görüştüm), Erzincan İl Sağlık Müdürüyle görüşeceğim (görüştüm). Sayın Hacı Ali Akın’ın sözü geçermiş. Beni bir hemşerimiz görüştürecek. Gerekirse, Ankara’ya giderek bir şekilde, Sn.Recep Akdağ ile, Sn. Binali Yıldırım’la görüşeceğim. Yazılı başvurum, bakanlığın ilgili birimine ulaştı. Erzincan İl Sağlık Müdüründen söz aldım, kadroya yeni gelecek bir diş hekimini Kemaliye’ye gönderecek.

Hemşerilerimizin konuyla ilgilenmelerini, tüm Kemaliye bekliyor.

O6 Haziran 2012  Çarşamba
Bahçe Mahallesi - Kemaliye

 

 

 

1 Eylül 2012 Cumartesi

HER GÜN ŞEHİR, HER GÜN ŞEHİR…


Kemaliye’ye gidişlerimde pek şehre gitmezdim. Esnafa küslüğümden, İstanbul’dan Kemaliye’ye giderken, gereksinimlerimizin çoğunu Malatya’dan, meyve-sebze türlerini de Arapgir’den, hatta birkaç günlük ekmeğimizi bile alırdım. Kemaliye çarşısının itici  davranışları ve kazıkları bıkkınlık vermişti.

Salt, Kemaliye çarşısına olan küskünlüğüm, beni memleketimden 16 yıl uzak tutmuştu. En son 1995’de 3 gün kaldım, 16 yıl sonra 2011 Ekim’inde 4 gün kaldım. Aslında daha fazla kalacaktım, acı bir haberle döndüm. 2011 Ekim’inde Kemaliye’ye gelmeden önce düşünmüştüm, bu küskünlüğüm niye! Karar verdim, ben memleketimden uzaklaşacağıma, bir çok hemşerimizi Kemaliye’den soğutanlar gitsinler.
 
Şimdi hizmet için Kemaliye’de bulunuyorum. Bahçe Mahallesi Derneğinin düzenlediği gezinin  ön hazırlıkları için geldim. 9 Haziran’da İstanbul’dan çıkacak grupu, eşim ve muhtarla birlikte, 10 Haziran’da Divriği Ulu Camii’de karşılayacağız.

 Çarşıda önceden ters davranan esnafı buluyorum ve eski olanları hatırlatmaya çalışıyorum. Yeni karşılaştığım sevimsizlikleri anında eleştiriyorum. Bu memleketin kaderini birkaç kendini bilmenizin eline bırakamayız. En azından ben böyle düşünüyorum.

Bahçe’den şehre, şehirden Bahçe’ye gidiş-dönüşlerimde aracı çok yavaş sürerim. Çevremi sindire sindire seyrederim. Akdere’nin başına gelince, kenara park ederim, vadiyi ve Fırat’ı, güzel bir tablo keyfiyle seyrederim. Bulunduğum yerin rüzgârı bile başkadır. Bazen Akdere’den aşağı inerim, bazen hastanenin önünden çarşıya yukardan inerim. Çok hoşuma gidiyor.

 Çarşıda Şevket Gültekin’le görüşeceğim. Randevum var. Gezi grupumuzun Kemaliye içi turlarını programlayacağız.  Daha önce İstanbul’da taslağını hazırlamıştık. Dağlara gitmeyi istiyoruz. Dağları çoğumuz ilk kez göreceğiz. Hep anlatılmıştı, ama, hiç görmemiştik. Ben Hotar’a, taa Yukarı Tırtırpuarına , Mazman’a ‘’çek’’ gitmiştim.
(Bu kare fotoğraf Şevket Gültekin’e aittir.)
Sanıyorum, Şevket Gültekin Kemaliye’de bir ilki başlattı. Rehberlik. Kemaliye ve çevresini iyi bilen,  Kemaliye’ye gönül vermiş değerli hemşerimiz. Gezimiz sırasında bize verdiği bilgilerden memnun kaldık. Sanırım, ileride daha çok rehbere ihtiyacımız  olacak. Adaylar, şimdiden Şevket Bey’in yanına yanaşsalar iyi olacak. Şevket Gültekin, aynı zamanda usta bir fotoğrafçı. Kemaliye’yi ve çevresini adım adım görüntülemiş.

Ufak alış verişlerimi yaptım. Belediyenin yanındaki Güzel Bahçe kasabından et aldım. Kasap gerçekten Kemaliye’de büyük bir aşama yapmış. Kendisini kutluyorum. Vitrin güzel düzenlenmiş, temiz. Müşterisini önemsiyor. İyi karşılıyor. İtirazsız, isteğinizi yerine getiriyor. Aradığınızı buluyorsunuz. İşte, örnek esnaf. Teşekkürler.

Eski halı şirketinin, şimdiki müzenin yanında hijyeni önemseyen tertemiz ekmek fırını açılmış. Ekmeğinin katkısız olduğunu söylüyor. Gerçekten, eski ekmeklerin tadı, lezzeti var. Fırın sahibinin gülen bir yüzü var. Tezgahta ki kızımız şakacı, esprili. Bir de, kurutulmuş ekmeği var, tadına doyulmuyor.

 Fırının arkasında, Fırat manzaralı dükkân veya dükkânlar var. Güzel bir kafe veya lokanta olabilir. Dilerim, demir doğramacı veya depo gibi alakasız bir şey olmaz. Önümüzdeki yıl geldiğimde, burada bir çay içmek ya da yemek yemek isterim.


Şimdiki müze, eski yılların kilisesi, sonrasının halı şirketi, kooperatif binası olarak da kullanılan, taş işçiliğinin güzel bir örneği. Kemaliye’nin tanıtımında bolca kullanılır. Çok güzel fotoğraflarını görürüz. Anlatıla anlatıla bitirilemez. Oysa, gerçek gözden kaçıyor veya kaçırılıyor. Yakından bakıldığında perişanlığı apaçık ortada,. Bahçe katının bir bölümü kafe olarak, hor bir şekilde kullanılıyor. İyi ve doğru kullanılırsa bahçesi harika. Ağaçların gölgesinde saatlerinizi geçirebilirsiniz.

Kemaliye, farklı bir mühendislik ve mimarlık bakışıyla planlanacak bir kent. Cetvelle, iletkiyle planlanamaz. Bu kentin yerleşimi,  ancak restore edilebilir. Hangi mühendislik bilimi, bu muhteşem yapıyı çukurun içine gömmüş. Yol yapılırken kod, kilisenin taban seviyesine indirilemez miydi? Kemaliye özel bir şehir.  Bu kentte hiç kimse dilediğini yapamaz. Ah… Kemaliye, senin zenginliğin fark edilse, neler olmaz, neler!

 
Binaya fırın tarafından baktığınızda, perişanlığı çarpıcı bir şekilde ortada. Pencerelerinden, ahşabına, duvarlarına kadar kötü durumda.. Bir de, üstüne üstlük çirkin bir şekilde, penceresinden soba borusu çıkartılmış.

Muhtarın evinin önünde soluklanıyorum. Muhtarın eşi güzel bir çayı elime tutuşturdu. Değdi vallahi. Mahallem mutlu ve mesut. Hepimiz gülüyoruz.

O5 Haziran 2012  Salı
Bahçe Mahallesi - Kemaliye