26 Temmuz 2012 Perşembe

YOLUN SONU KEMALİYE


Hani, derler ya, ‘’ömür biter yol bitmez’’. Doğru değil. Bizim yolumuz Kemaliye’ye kadar. Eğer otobüs sürücüsü olsaydık ‘’Ey yolcu! Senin yolunun bittiği yerde benim yolum başlar’’.  Bakın bu doğru... Bize göre sılaya kavuşmak yolun sonu, özlem gidermenin coşkusu.

Yollar eskisi gibi zorlu değil. Güzel ve rahat. Daha da iyileştiriliyor. Önümüzdeki yıl otobüs 14-15 saatte, otomobil 10-11 saatte gider herhalde. Kemaliye’ye ulaşmanın zorlukları gerilerde kalmış. Önceleri düşünün, Adana’dan Maraş üzerinden gidilirdi. Sonra Kayseri-Malatya arası açıldı. Şimdilerde bir dolu alternatif yol var. Hangisinden isterseniz:
>İst.-Ank.-Kırıkkale-Yozgat-Sivas-Zara-Bağıştaş-Kemaliye.
>İst.-Ank.-Kırıkkale-Yozgat-Sivas-Hekimhan-Yazıhan-Arapgir-Kemaliye.
>İst.-Ank.-Kırşehir-Kayseri-Malatya-Yazıhan-Arapgir-Kemaliye.
>İst.-Ank.-Kırşehir-Kayseri-Şarkışla-Kangal-Hekinhan-Yazıhan-Arapgir-Kemaliye.
>İst.-Gerede-Ilgaz-Osmancık-Merzifon-Amasya-Suşehri-Refahiye-Kuruçay-İliç-Bağıştaş-Kemaliye. (Bu yola, Kemaliye’de ‘’Dere Yolu’’ deniyor.)

Dilerseniz; uçak, otobüs, tren seçeneklerini de kullanabilirsiniz.

Özel otomobille yola çıkarsanız, gezerek ve konaklayarak seyahat edin. Pek keyifli oluyor. Uçak, İstanbul’dan havalandıktan 4 saat 45 dakika sonra, Bahçe Mahallesi’ndesiniz. Otobüs, eskisi kadar sıkıcı değil. Yolcu fiyatları biraz yüksek, bir de gereksiz yere yollarda zaman kaybediyorlar. Tren bence en keyiflisi. Ancak, zaman sorunu olmayanların tercih etmesi gereken ulaşım aracı. Çok yakında Erzurum’a kadar hızlı tren gidecek. Erzincan da inip, minibüsle Kemaliye’ye ulaşacağız.

Sivas-Malatya arası yol yapım çalışması var. Yol sakin, çalışmalar büyük bir engel oluşturmuyor. Dar bir vadi içinde gidiyoruz. Hekimhan’a doğruyuz. Sonrasında Yazıhan, Arapgir ve Kemaliye. Telefonumuz çalıyor, Bahçe Mahallesi Muhtarı Bedri Yakar.
-‘’Abek, nerelerdesiniz. Geç kaldınız.’’
-‘’Sivas’ı gezdik. Kangal’a yaklaşıyoruz. Sonra, Yazıhan’dan döneceğiz.’’
-‘’Geç kalmışsınız. Keşke Zara’dan gelseydiniz. Neyse… Kangal’dan Divriği’ye
  dönün, Bağıştaş üstü gelin.’’
-‘’Ne diyorsun hanım.’’
-‘’Bedir’in bildiği bir şey vardır. Dediğini yapalım.’’
-‘’Sağolasın Bedir. Akşam görüşürüz.’’

Kangal !? ‘’Ocağın batmaya… Kangal, Kangal, bu mu kangal’’. Bunu bana yapmayacaktın. Oysa, nasıl da büyütmüşüm. Dünyaca ‘’menşur’’ köpekleri var. Devlet karayolu üstünde olmasına rağmen hiç gelişmemiş. Özgün  görüntüsünü yitirmiş. Girişte, bir köpek yetiştirme çiftliği var, o kadar. Şehrin içine giriyoruz. Küçücük, köhne bir çarşı. Yiyecek arıyoruz, düzgün bir yer bulamıyoruz. Toz ve pislik. Arkamıza bakmadan, Kangalı terk ediyoruz.

İçeriye dönüyoruz. Bozuk başlayan yol, biraz sonra düzeldi. Dar ve bakımsız. 3-5 araba geldi. Hem marka, hem de model arabalar. Şimdi ver elini Divriği… Acaba Ulu Camii anlatıldığı gibi mi? Divriğ’i bizi hayal kırıklığına uğratmaz umarım. Eşim bir sevindi, bir sevindi. Karşı dağlarda öbek öbek kar varmış.Hemen fotoğraflamaya başladı. Hareket halindeki aracın içinden bayağı iyi fotoğraflar alıyor. Haziran başındayız, kış ağır geçti, kar olması normal. Az bile.

Yeni yol yapımı var. Gidiş-geliş ikişer şerit. Divriği gibi tarih zengini bir kente de, böyle bir yol yakışır. Bir-iki yıla kalmaz biter. Kemaliye’nin de kısa ve mükemmel bir yolu olur. Şimdilik bu yolu Kemaliye’ye gidenlere öneremiyorum.  

Otomobilimiz yine zorlanmaya başladı. Garibim haklı, yükü ağır. Tatlı bir rampa tırmanıyoruz. Önümüzde ‘’ellehalem’’ bir zirve var. Yanılmamışız, ‘’Karasar Geçidi / Rakım: 1950’’. Bu tür yüksekliklere ulaşmak, İstanbul’da yaşayanları heyecanlandırıyor. Hemen inişe geçiyoruz, yol dar ve bozuk. Şimdi, Dutbeli gibi döne döne iniyoruz. Her viraj dönüşümüzde, otomobilimizin altı vuracak kadar derin asfalt bozukluklarına rastlıyoruz. Araç trafiğinin az oluşu şansımız. Bir yanımız sürekli uçurumda. Fren balatalarımız aşırı ısındı. Aracı dinlendirmeliyiz , geç kaldık.
Yer yer Divriği görünüyor. Düze indik. Ferahlık verici ıhlamur kokusu bizi rahatlatıyor. Koku nereden geliyor? Çevrede ıhlamur görünmüyor. Yol boyu, iki yanlı, tanımadığımız onlarca ağaç var! Sonunda keşfettik… Tanımadığımız bu ağaçlar, gerçekte Ihlamur ağacıymış. Divriği’ye özel.
Divriği’nin ana arterine kitli taş döşeniyor. Anadolu kentlerinin yolları tümden kitli taş. Hiç sevmiyorum. Divriği, maden işletmeleri nedeniyle zenginleşmiş, nüfusu artmış. Öte yandan, kent dokusunu kaybetmiş, kimliksizleşmiş. Umarım, Ulu Camii Külliyesi ve Divriği Kalesi duruyordur. Şimdilik Divriği’yi pas geçeceğiz. Sonra geleceğiz. İstanbul’dan gelecek olan ‘’Kemaliye Bahçe Mahallesi Gezisi’’ turunu karşılayacağız ya…
Geç kaldık. Divriği çıkışında trafik ekibine rastladık. Yol soruyoruz. Bağıştaş’ı bilmiyorlar. Oysa Bağıştaş buraya çok yakın. Kemaliye’yi duymuşlar. Yerini bilmiyorlar. Bunlar Sivas polisi, biz Erzincan’ı soruyoruz. Sanki, Amerikan eyalet polisi. Hemen orda fırın var, fırıncıyı çağırıyorlar. Çevreyi iyi biliyor.
->’’Doğru gidin. Karşınıza Zara-Sivas ve İliç-Erzincan yol ayırımı gelecek.
   İliç’e dönün. Az sonra Kemaliye-Bağıştaş yol ayırımı gelecek.’’
->’’Sağol… Sonrasını bulurum. İyi günler…’’
Yol çok güzel bir vadiye girdik. Ve yükselmeye başladık. Yine zirve yapıyoruz. Seyrek de olsa, ara ara köyler geçiyoruz. ‘’Gedikbaşı Geçidi / Rakım 1710’’.


İniş başladı. Karşımızda Gedikbaşı yerleşimi, hemen yanında tepeye hakim Gedikbaşı Jandarma Karakolu. Bayağı büyük. Az sonra bir yol tabelası, ‘’Kemaliye / Taş Yolu’’. Herhalde fırıncı şaşırdı. Yolumuz burası olmalı. Giriyoruz. Dar, sözde ziftli mıcır kaplama. Yandık. Eşim ‘’bu yol olmamalı. Muhtara telefon edelim.’’. Aradık, ‘’o yoldan çıkın. Sakın devam etmeyin. Yeniden anayola çıkın. Düzgün bir yoldan geleceksiniz’’. Manevra yapacak yer yok. 3 kilometre kadar geri geri gidiyoruz. Ana yoldayız.

Evveeet… İşte yol ayrımı. Karşıya İliç-Erzincan, sağa Kemaliye. Arkadaşım Fırat’ı görünce beni arayın demişti. Elim telefonda, arayacağım, çaldı, arkadaşım. Heyecanla anlatıyoruz, o da sindire sindire dinliyor. Heyecanı artırmak için, biraz da tevatur ediyoruz sahar.

Birinci köprüye girmek üzereyiz. Karşı geçe Bağıştaş.

Bir zamanların tek ulaşım aracımız tren ve bizim için efsaneleşmiş ‘’Bağıştaş Tren İstasyonu’’. Duygulandım. Şimdilerde az tercih ediliyor. Yine de, zamanı olanlar için en keyiflisi tren.
Ornajın rampasına sarıyoruz. Önceleri daha dik ve uçurumluydu. Zordu. Şimdi yatırmışlar, yönünü değiştirmişler. Fırat görünmüyor artık. Dev kayalar yarılmış, derin bir vadi oluşturulmuş. Ürkütücü. Bu yolu dikkatli geçmek gerekiyor. Yol inşaatı var, her an bir sürpriz olabilir. Yine bir zirve, ‘’Çimento Geçidi / Rakım 1500’’. Aşağıya döndük. Yol yeni yapılmış. Az sonra Kemaliye’nin ilk köylerini geçeceğiz. Geldik sayılır, az sonra Kemaliye. Heyecanlıyız.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

SİVAS

Kısa bir Sivas turu. Sivas’ı bilmiyoruz. Yol üstü gezi planlamadığımız için hazırlıklı değiliz. Doğaçlama gezeceğiz. Kentin temizliği dikkatimizi çekiyor. Düzenli ve bakımlı.  Yol çiçekleri güzel görünüyor. Yaz ortasında çiçekler ne olur? Bilemem!
Yanlış girdik galiba. ‘’Yöresel Lezzetler’’in sunulduğu, iki katlı, yeni restore edilmiş, şık bir konağın önündeyiz. İmrendim, Kirli Ahmet’in lezzetleri bizi obur etmeseydi, biraz da burada yerdik.
Yol soruyoruz, düzgün bir tarifle Sivas’ın en işlek caddesine, İstasyon Caddesine çıkıyoruz. Tarife göre sağa dönüyoruz. Cumhuriyet Meydanına doğru gidiyoruz. Sola gitseydik gara ulaşacaktık. Yol geniş. Trafik malum, yavaş yürüyor. Park edenler, sinyalsiz fırlayanlar. Bu durum Sivas’a özel değil.
Park yeri arıyoruz. Yok. Muhakkak vardır, biz bulamıyoruz. Solumuzda, Kurtuluş Savaşımızın ilk toplantılarının yapıldığı bina. Tarihi Sivas Lisesi (Kongre Binası). Şimdilerde müze olarak değerlendiriliyor. Aracımızı koyacak otopark bulabilirsek gezeceğiz.
Sivas Lisesi (Sivas Mekteb-i Sultanisi), 1887’de eğitim ve öğretime açılmış. Okul ilk önce İdadi, sonra Sultani, daha sonra da Atatürk’ün direktifi üzerine Sivas Lisesi adını almış.  120 yıllık geçmişi ve özgün mimarisinin yanında, Cumhuriyet tarihimizde de önemli bir yere sahip. 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’ne ev sahipliği yaptı. Kongrenin yapıldığı salon ve Atatürk’ün yatak odası bugün özgün haliyle muhafaza ediliyor. Sivas Lisesi 1971 yılından  sonra, Kongre Müzesi olarak hizmet veriyor.  (kaynak:VİKİPEDİ)
Atatürk Anıtı’nın, Sivas Lisesinin yanında olması gerçekten çok anlamlı. Anıt bakımlı, ağaçların arasında. Adeta yaşayan bir anıt. Çevresinde, duvarların üstünde insanlar oturuyor.
Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas’ın nüfusunu yoğunlaştırmış. Şık giyimli, pırıl pırıl, kızlı-erkekli gençler, Sivas’ın ön önemli meydanında piyasa yapıyorlar. Gün güzel, güneş şavkıyor, insanlar genç ve umutlu. Sivas da güzel. İçim açıldı. Sivas’a daha geniş zaman ayıramadığımız için hayıflanıyoruz.
Kale Mahallesi Cumhuriyet Meydanı’yla bütünleştirilmiş. Sivas’ın önemli anıtsal yapıları bu meydanda toplanmış. Cumhuriyet Meydanına, ortasındaki büyük fıskiyeli havuz nedeniyle Sivaslılar Havuzlu Meydan diyorlar. Biz Cumhuriyet Meydanını yakıştırdık.
Kale Camii küçük, yeni restore edilmiş, ibadete açık. Konum olarak oldukça iyi bir yerde. Minarenin altındaki oyuk taşa, cemaat sadakalarını bırakırmış. Sadaka taşından, gece yarasından sonra ihtiyaç sahipleri, ihtiyaçları kadar alırlarmış. Avlunun doğusunda bulunan Yitik Taşına, sahiplerinin bulması için, kaybolan eşyalar konulurmuş.

Buruciye Medresesi (Hacı Mes’ud Medresesi), muhteşem iç ve dış kapılarıyla meydanı taçlandırıyor. Cengiz Hanın saldırıları sırasında yakılan medresenin duvarlarında, o günlerden kalma isler bu gün hala görülüyor.
Anadolu Selçuklu Sultanlarından III.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde 1271’de Muzafferüddin Burucirdi tarafından yaptırılmış. İlmiye çalışmaları için medrese olarak yaptırılmış ve devrin pozitif bilimlerinin okutulduğu bina olarak uzun yıllar kullanılmış. (kaynak:Wikipedia)
Buruciye Medresesinin her iki kapısı da birbirinden muhteşem. İç kapının ihtişamı büyüleyici. Medresenin orta avlusunda, gençlerin takıldığı temiz bir kafe var.

Cumhuriyet Meydanına bir çok yol çıkıyor, buna rağmen trafik yoğun değil. Belki, sabah akşam yoğunlaşıyor olabilir. Ortasında meydana yakışır bir havuz var. Araçlardan arındırılmış meydan arkaya alındığında, karşı sol yukarıda, tarihi ''Jandarma Alay Kumandanlığı'' bulunuyor. İki ayrı caddeye cepheli.
Tarihi Sivas Eski Jandarma Alay Binası, 1908 yılında Sivas Valisi Reşit Paşa tarafından İl Jandarma binası olarak yaptırılmış.

Hükümet Binasının son katı belli ki sonradan eklenmiş. Rağmen, son derece zarif . Cumhuriyet Meydanını, görkemli görüntüsüyle adeta dolduruyor. Devletin gücünü simgeliyor. Tarihi Hükümet Konağı (Valilik), Sivas Valisi Halil Rıfat Paşa tarafından 1884 tarihinde, kesme taşlardan iki katlı olarak yapılmış.

Erzurum’un ‘’Çifte Minareli Medresesi’’ varsa, Sivas’ın da var.  Ünü dünyaya yayılmış. Çok güzel bir meydan.  Sivas’ın 7 parçalık tarihi yapısı, meydanla bütünleşmiş. İleride, geniş bir zamanımı Sivas’a ayıracağım. Kemaliye’ye giderken, Sivas’da konaklamak gezinize renk katacaktır.
Sivas Çifte Minareli Medresesi, 1271 yılında İlhanlı Veziri Sahip Şemseddin Mehmed Cüveyni tarafından yaptırılmış. Süslemeli taç kapısı ve tuğla-çini örgülü iki minaresi ile zarif bir görüntüsü var. Sivas Gök Medrese ve Erzurum Çifte Minareli Medrese ile benzerlik gösteren yapı, iki katlı olarak inşa edilmiş. (kaynak:VİKİPEDİ)

 Sivas’a ayırabildiğimiz zaman sınırlı. Ayrılıyoruz. Aracımızın yönünü Kangal-Hekimhan-Yazıhan yönüne çeviriyoruz. Yazıhan’dan sola, Arguvan, Arapgir, Kemaliye gideceğiz.

 Önümüzdeki uzun yolu bilmiyoruz. Aman gecikmeyelim...











8 Temmuz 2012 Pazar

YOLUMUZ SİVAS’A

Bütün gece, belki sabaha kadar davul-zurna şamatası, insan uğultuları. Üstüne yan odada, kalın sesli bir adamın arkadaşına yakınmaları eklenince, uykumuzu hesaplayın. Sonunda sabah oldu. Kırıkkale’liler kusura bakmasınlar, can havliyle fırladık. Pazar sabahı saat sekize geliyor, ortalarda kimseler yok. Şehir akşamdan bu yana daha da kirlenmiş. Ortalık mide bulandırıyor.
Yönümüz Yozgat’a doğru. Yol güzel. Ara ara bozulmalar var. Zararsız. Samsun yol ayırımına, Yağlı’ya yaklaştıkça  Hızlı Tren çalışmaları yoğunlaşıyor. Yer yer, devlet karayolunun yönü değiştirilmiş. Bu noktalarda sıkıntı var.
Yağlı’dan sağa, Yozgat yönüne dönerken, uzakta tepelerin yamaçları ‘’mor alevine kesmiş’’. İddia ediyorum, bu mor yangına az insan tanık olmuştur. Uzaklığı, bu muhteşem güzelliği görüntülememizi engelliyor. Bahar yeni gelmiş Anadolu’mun buralarına. Sapsarı çiçek tarlalarını sağımıza solumuza alıyoruz. Kekik otları farklı bir mora bezenmiş. Enva çiçekler. Yazın boz renklere bürünen dağlar ve düzler, şimdi alabildiğine yeşil. Küçük bir su birikintisi bile çevresinde koyu, taptaze yeşillikler ormanı oluşturmuş. Hızlı Tren inşaatına koşut hızla ilerliyoruz. Hızlı tren belli ki, Sivas’a veya Erzurum’a kadar uzanacak.


Yozgat’a yaklaşıyoruz. Yol giderek daralıp bozulmaya başladı. Otomobilimizin hızı azalıyor.  Önümüzde uzun, hafif eğimle başlayan bir yükselti başladı. Çekişimiz düştü. İkinci vitese kadar düştük.  Hava soğuyor. Camları kapattık. Farkında olmadan zirve yapmışız. Mavi yol tabelasında, ‘’Karasar Geçidi / Rakım : 1950’’ yazıyor. Zirve ve hemen iniş. Yavaş yavaş otomobil toparlandı. Normal hızımızı yapabiliyoruz, derken, yine yol kalitesi düştü.

Yozgat, bizi iSelçuklu tarzında yapılmış Adliye Sarayıyla karşılıyor. Küçük ve temiz
bir şehir, bakımlı. Tatil günü rehavetinde şehre giriyoruz.


Programımızda yol üstü yerleşimleri gezmek olmadığından, Yozgat’ın simgesi Saat Kulesini görüntülüyoruz ve Yozgat’ı geride bırakıyoruz.




Yol düzeldi. Hızla Sivas’a koşturuyoruz. Arazi bahar coşkusuyla bizi selamlıyor. Benzinimiz azalıyor. Gariptir, petroller (benzin istasyonu) şehirlerin giriş-çıkışlarında yoğunlaşmış. Yol boyu gördüğümüz, az sayıda petrollerin markalarını tanımıyorum. Öte yandan, biz de çok acıktık. Öğlene Sivas’ta, köfteci ‘’Kirli Ahmet’’teyiz. Köfteyi düşündükçe iştahım daha da artıyor. Sivas girişinde bir petrol, ters yönde. Geri dönüş alıp arabamızı doyuruyoruz. Full depo, ne olur ne olmaz.
Yolumuzu yeniden çevirip , Erzincan yönüne gidiyoruz. İlk trafik ışıklarından sola, Toptancılar Sitesine giriyoruz. Bir çok meşhur köfteci var. Köfteci Galip, Köfteci Mehmet, Sivas Köftecisi gibi… Köfteci Ahmet, Kirli Ahmet adeta gizlenmiş.
Köfteyi tarif etmem istense, Kirli Ahmet’in köftesi derim. Köfte bu. İri çekilmiş az yağlı kıyma ve tuz. Sanırsınız, biftek ısırıyorsunuz. Izgarada büyük ustalıkla pişirilmiş. Etin suyu köftenin üstünde. Lezzet zirvede. İkramı bol, önce süzme mercimek çorbası, masada çeşit çeşit mezeler, bol köfte.
Köfte Sivas’ta Kirli Ahmet’te yenir. Ülkemizin ünlü gurmecileri  tanırlar, ünlüdür. Ününü de hak etmiştir. İstendiğinde kargoyla da gönderiliyor. Ne olursa olsun, köfte yerinde yenecek. Ustalığı pişirilmesinde. Usta; kısa boylu, sakallı, ocağından ayrılmayan, salonda her yere hakim. Salon mütevazi, usta mütevazi, fiyat da mütevazi bir kişi 12 lira.

O3 Haziran 2012 Pazar

Sivas


4 Temmuz 2012 Çarşamba

BİR YOL ÖYKÜSÜ

Cumartesi. Sabah dokuzbuçuk 1.Boğaz Köprüsü, her zamanki gibi . Neyse ki, fazla beklemeden köprüyü geçtik. Otomobilde eşim ve ben, iki kişiyiz. Yükümüz ağır. Bagajımız, arka koltuk dolu.
İstanbul’un kargaşasından kurtulduk derken, İzmit’e yakalandık. İzmit, İstanbul’un küçük bir örneği. Fazla değil birkaç yıla kalmaz İstanbul İzmit berbat bir şekilde birleşirler.


Sapanca’ya doğru soluk aldık. Bahar daha tazeliğini yitirmemiş. Bir hafta önce, 27 Mayıs’ta Sapanca’da dernek pikniğindeydik.
Bir park alanında mola verdik. Otomobilimiz çok yeni, yükü de fazla, dinlendirmeliyiz. Yüzümüz gülüyor, baharın coşkusunu içimize sindiriyoruz. Taaa… Kızılcahamam’a kadar  bahara doyduk. Lafın gelimi, bahara doyulur mu?

Yol üç şerit, düzgün, rahat. Adapazarı düzü baskılı. Bunaltıyor. Akyazı, Hendek, Düzce… Bolu Dağı tünellerine yaklaşıyoruz.
Vadi büyüleyici. Yeşilin her tonu. Tünel öncesi ışıklı uyarı, ‘’Tünelde Arızalı Araç, Dikkat’’. Tünele girdik, yeteri kadar aydınlatılmış. Dikkatli gidiyoruz. Arızalı araç göründü, Karayolları önlem almış, arızalı aracı tünel dışına çıkarıyorlar. Tünel bitti. Zahmetsiz, çarçabuk dağın tepesindeyiz. Önceleri böyle miydi?

Sağda, park yerinde devasa bir outlet. Tertemiz, pırıl pırıl. Farklı görüntü veriyor. Tek katlı bir AVM. HighWay. Bir çok giyim markası açılmış. Yeme-içmenin ortamı keyif verici. Fiyatlar iyi. Kompleksin içinde güzel bir otel var. Bayıldım.
Dağda havanın baskısı bitti. Rahatladık. Ankara’ya yaklaştıkça yeşil azaldı, Bozkır.
Ankara’da yol yönlendirici tabelalar düzgün. Hiç zorlanmadan Samsun yolunu bulduk. Ankara’nın dışını TOKİ’nin sivri binaları doldurmuş. Elmadağ’a doğru Ankara’nın köy yüzü görünüyor. Düzensiz. Yol kalitesi düştü. Kırıkkaleye doğru hızla ilerliyoruz. Eskiden çok korktuğumuz Elmadağ rampasını iniyoruz. Kızılırmağı sağımıza aldık. Bir görünüp, bir kayboluyor. Dar kıvrımlarla koşturuyor. Karadeniz’e, sevgilisine.


İşte Kırıkkale. Bu gece burada konaklayacağız. Kolayca konaklayacağımız yeri bulduk. Kırıkkale küçücük. İrice bir köy görüntüsü veriyor. Konakladığımız kentleri gezeriz. Fotoğraflar çekeriz. En kalabalık çarşısını gezeriz. Yöresel bir şeyler yeriz. Parklarına gireriz. İnsanlarla konuşuruz. Kırıkkale çok pis. Çöp konteyneri hiç yok. Çöpler, öbek öbek kaldırımlara doldurulmuş. Çöpten bir kentteyiz. Yollar tozlu. Seyyar satıcılar perişan durumdalar.

Sokaklarda demet demet yeşil nohut satıyorlar. Herkes eğlencelik olarak tüketiyor. Seyyarların sattığı yiyecekler toz içinde. Otel resepsiyonundaki görevliye kentin pisliğini sorduk. Belediyenin çalışmadığından şikâyetçi. ‘’Biri çıksa da Başkana şu pisliği bir anlatsa’’ diyor. Şaşırdım. O birisi niye kendisi değil.
Haydaaa. Konakladığımız yerin civarında; sazlı-sözlü, zurnalı-davullu tam üç düğün var. Yandık. Sabahı nasıl edeceğiz.
Yarın sabah, yolcu yolunda gerek. Kırıkkale’de konakladığıma pişmanım.
02 Haziran 2012 Cumartesi
Kırıkkale