21 Şubat 2013 Perşembe

Bu dağ ne rüzgarlar gördü / Ne çığlar, ne karlar gördü

Mazman Çeşmesini geçtik, önümüz Subatan… Bir gün yine gelirsem Mazman Çeşmesine, söz veriyorum Mustafa Abi, hayrat bıraktığın çeşmenin çevresini ellerimle temizleyeceğim.  Uyarsa bir de tabela koyacağım, ‘’Çöpünü al da git’’.
 

 
Bir minibüs önde, bir minibüs öndekinin ardında. Hoplaya zıplaya, sallana yuvarlana gidiyoruz. Öndeki minibüsün sürücüsü Şevket Gültekin, benim olduğumun Atilla Dabak. Şevket Gültekin rehberimiz. Dağları çok iyi biliyor. Anlatıyor, biz duymuyoruz. ‘’Şevket bey, kuracağınız bir ses düzeneğiyle sesinizi arkadaki arabalara da duyurmalısınız.’’ Önümüzdeki araba durdu. Yol arkadaşlarımız boşaldılar, biz de. Solumuzdaki koyakta bir kütle duruyor. Bahar tazeliğindeki bitki örtüsünden seğirterek koyağa vardık.Şaşkınız. Kütle katılaşmış kar tepeceği. Kimimiz avuçlarımızı dayadık, kimimiz avuçlamaya çalıştık. Çevresini tavaf ediyoruz. Dedim ya, şaşkınız. Haziran’da kar görmüşlüğümüz mü var?
 
Kar kütlesinin hemen yanındaki kaya yığıntısının üstünde, dağların özgür havasını soluyan müthiş güzel bir çiçeğe  büyülendik. Güzelliğini bizden esirgemiyor. Biraz mağrur, biraz nazlı öylece duruyor. Dağlara gelmeseydik, bu çiçeği göremezdik. Akşama dek çiçeği seyretmekten kendimizi alamayacağız. Bir başka güzel canım…
 
Araba yolu minicik bir göleti ikiye bölüyor. Yolun bu noktasında yeniden iniyoruz. Subatan… Onca dinlediğimiz, her yıl konar-göçer aşiretlerin yayladıkları, sürülerle davarlarını otladıkları Subatan… Sarıçiçek yaylasının az berisinde mi, yaylanın içinde mi? Her neyse…
Bir zamanlar Paçiganlı, Sinanlı, Reşolu aşiretleri Subatan ve cıvarında çadır kurarlarmış. Şimdilerde Paçiganlı gelir olmuş.Onlarında sürüleri iyice azalmış. Sağımızda göletin büyük parçası, solumuzda küçük parçası. Yamaca doğru çadırlar. Bu  havzada bir dolu çukurlar var,‘’cehennem çukurları!’’. Çukurlardaki sular, küçük bir derecik oluşturuyor. Gölet bu derecikle besleniyor. Gölet, tabanından toprağın içine akıyormuş. Adı üstünde Subatan… Taaa… Kadıgölü’nden çıkıyor. Anlaşılan Kadıgölü’nün gözesi buralar.

Hepimiz şaşkınız… Duyduklarımızı şimdi yaşıyorduk. Çadırlara karşı yürüyüşe geçtik. Doğrusu yürüyüşe geçtiler. Ben çekingen kaldım. Ne bileyim..! Bilinç altında kalanlardandır heral… Uzaktan izliyorum. Kafile çadırlara ulaştı. Beklediğim olmadı, çok iyi karşılandılar.
 
Yol boyunca, bize doğru ‘’*gıdik’’ sürüsü geliyor. Yürümüyorlar zıplıyorlar, oynaşıyorlar. Yaramazlık yapıyorlar. Şöyle 100-150 kadar. Bu kadar çoğunu ilk kez görüyorum. Birden gölete yöneldiler. Kıyı boyunca, başlarını suya eğerek yürüyorlar. Suyu nereden içeceklerine karar veremiyorlar. Kimileri birkaç adım suya giriyor. Pırıl pırıl suyun daha berrak yerini arıyorlar. Hani derler ya, ‘’keçinin uyuzu suyu gözesinden içermiş’’.
 
Artık karar verdiler, sularını içiyorlar. Arada bir başlarını kaldırıp karşılara bakıyorlar. Her canlının yavrusu güzel oluyor. Gıdikler başka oluyor. Canlılıkları, hareketlilikleri… Çok sevimliler. Nice sonra çobanları çıkageldi. Vahap Demez… Paçigan aşiretinden. Aslında sürünün sahibi. Gıdikler birkaç aylıkmış. Biraz söyleştik Vahap'la.
Çadırlara gidenler döndüler. Bir aşiret kızı, yanakları al al, mahçup, başı önde. Belli utanıyor. Plastik ayakkabıları yeşil. Nedense hep yeşildir. Plastik karıştırıcıda hazırlanmış ayran ikram ediyor. Fotoğraflamak istedim olmadı. Çekebilseydim fotoğrafını Afganlı kız Şarbat Gula’nın fotoğrafını çeken Steve McCurry  kadar ünlü olabilirdim. Ayran soğuk. Sanki, ilk defa ayran içiyormuş gibiyim. Süt tadı geliyor. Müthiş lezzetli. İki bardak içtim, doyamadım.
 
Yeniden arabalara doluştuk. Bu yolun devamı Sarıçiçek Yaylası. Çiçeklerinin rengi sarı mı?
 
12 Haziran 2012 Salı
Subatan - Kemaliye
 
*GIDİK : Keçi yavrusu, oğlak. (TDK)
 
 (Başlıktaki iki dize Fatih Kısaparmak’a ait.)
 
 İletişim : ikiyolbirsukemaliye.blogspot.com
 

8 Şubat 2013 Cuma

VURDUK KENDİMİZİ DAĞLARA…


Cumhuriyet Lokantasının sahibi Mustafa’yla  daha önce konuşmuştum . Bize, yarına öğlelik hazırlayacaktı. Garantiye almak için dün Mustafa’ya bir kez daha uğradım. Mustafa Bahçe damadı. Bekirağagilin kızıyla evli, eniştemiz yani.
-‘’Mustafa keyiflisin!’’
-‘’Bana kimse Salı günü dükkânı açtıramaz.’’
Başımla neden işareti yaptım.
-‘’Yeni araba aldım, cip. Erzincan’da hazır, yarın alacağım.’’
Anlaşılmıştı. Kardeşim sana güvendik, Kırkgöze de yemek getirecektin. Son dakika, sürpriz… Yine imdadımıza Şevki Bozkurt yetişti, sağolsun… Mustafa pekâla arabasını birkaç gün erteleyebilirdi. Neyse… Çocuk gibi sevinçli. Arabası hayırlı olsun.



Eski yıllarda birkaç kez dağlara çıkmıştım. *Hotar’a gitmiştim. Gece de kaldım. Eğin’de yaşayanlara sıradan… Bize ise macera… Gerçekten heyecan verici. Dağlara çıktığım yıllarda arabalar Peğir’den öteye gidemiyordu. Yaya çıkılıyordu dağa. Sıcağa kalmamak ve günü dağda daha çok geçirmek için geceden çıkılırdı. Sabahın seheri en güzel dağlarda hissedilir, yaşanır.



Sabah… Ergü tarafında dağlar ağarmaya başladı. Seher vakti…
Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi
Gül dalına bülbül konmuş çeker ah-u zarını
Elimden almak isterler benim nazlı yarimi
Ezan sesi tüm vadiye yayıldı. Bu ses ruhlara ziya veriyor. Bir başka duygularla vadiye baktım. Ürperdim. Esen tatlı bir yel beni kendime getirdi. Sıcak demli çayın eşliğinde keyifli kahvaltı beni daha bir canlı yaptı.
 
Bu gün kendimizi dağlara vuracağız. Heyecanlıyız. Öyle ya, küçüklüğümüzden beri öykülerini dinlediğimiz Subatan’ı, Sultan Murat Yolu’nu, hele hele Sarıçiçek Yaylası’nı, Araga’yı göreceğiz. Mazman Çeşmesi’nin suyundan içeceğiz. Dönüşte Taş Yolu… Biz göreceğiz, şanslıyız… Ya göremeyenler… Neyse… Önümüzdeki yıla kalır. O dağlar bizim. Her yıl çıkacağız. Doğal zenginliğini göreceğiz, göstereceğiz…
 
Bir araba otelin önünden kalkacak, Ariki’de Bahçeli Pansiyona uğrayıp dağa doğru gidecek. Diğer araba Bahçeye gelip bizi alacak, dağ yolunda diğer araçla buluşacağız. Muhtar ailesini, akrabalarını alarak kendi arabasıyla yola çıktı. Bekliyoruz, gecikmeli de olsa arabamız geldi. Şöförümüz Atilla. Doluştuk arabaya.
 
Abdi Kayası’ndan sola yukarı, Peğir Yolu’na… Peğir’e girecektik, önümüzdeki araba pas geçmiş. Killik Mağarası’nın altından döne döne Mazmana… Doğal özgürlüğe doğru yelken açıyoruz. Aşağılarda hava sıcak, yükseldikçe rahatlıyor. Peğir aşağıda minicik kaldı. Karşı dağların, Gelik Puarı’nın ardını görüyoruz. Öte karşıda Munzur. Yeşilin her tonuna yukarıdan bakıyoruz, keyifle içimize sindiriyoruz.
Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
 
Toprak zeminli, dik şoseyi homurdanarak tırmanıyoruz. Mazman Çeşmesi’ne varmadan, yolun geniş bir yerinde dönemeçte duruyoruz.Arabamız soluk alırken, geniş yayvan vadiyi dalgın seyrediyoruz. Diğer araba varmıştır çeşmeye.
Haydiiiiin..! Yolcu yolunda gerek… Gidiyoruz, az kaldı.
 
Çeşme burmalı değil, gürül gürül akıyor. Çeşmenin üstünde ‘’Mustafa Akyüz Hayratı – 1982’’ yazıyor. Mazman Çeşmesi’nin suyu gibi, nurun bol olsun Mustafa abi… Bol su içtik, soğuk. Yüzümüzü yıkarken ürperdik, suyun soğukluğu kesiyor. Oturma grupları yapılmış, gölgelikli. Yağmurdan, tipiden korunmak için bir de korunak var. Her yerde olduğu gibi, çöpler orada burada, dolu. Ben, Kaçkarlar’da Karagöl’de, 2850 metrede çöp topladım.
 
Yolumuz Subatan’a…
 
12 Haziran 2013 Salı
Mazman Çeşmesi - Kemaliye
 
*HOTAR :  Yayla.
                       Çıralı eski ağaç.
                      Zehirli bir ot.
 
(Üçlük, Eğin türküsü – Anonim /
Dörtlük, Sabahattin Ali)