21 Ağustos 2012 Salı

BAHÇE MAHALLESİ’NDE İLK GÜN


Yorgunluktan mıdır nedir, çok rahat uyuduk. Sabah erkenden dinç olarak uyandık, mutlu-mesut. Bizim evin arka tarafından, Bahçe Deresinin yeşil vadisine sindire sindire baktım. Ciğerlerime bolca tertemiz havayı doldurdum. Değirmencigile kahvaltıya çağrılıyız. İyi ki çağırdılar, akşamda muhtarlardaydık. Evde pek bi’şey yok, bu gün çarşıya gidip alış-veriş edeceğim.
Bir çığlık ve ilk supriz. Eşimin çığlığı, ‘’bıktım’’ bağırtıları geliyor. Su borusu patlamış.Evimiz neredeyse çökecekmiş. Bütün bir kış su sızmış. Boş evlerin kaderi. İşin zor yanı, kim yapacak. Ana vanayı kapattık. Ev sudan kurtuldu, biz susuz kaldık.

Sofrada her şey var. Hani derler ya, kuş sütü eksik, aynen öyle. Kurt gibi acım. Domates mis gibi, ekmeğin kokusu iştahımı daha da açtı. Peynir, bizim peynirimiz. Acım, bütün yiyecekleri mideme indireceğim. Çayın koyusuyla, koyu bir sohbete giriyoruz. Yolculuk serüvenimizi anlatıyoruz. Değirmenci Mehmet Abinin ağzından bal damlıyor. Bir gün Mehmet Abiden dinlediklerimi kayıt altına almak isterim. Kahvaltı, muhabbet derken öğleni geçirdik. Sofranız bereketli olsun Değirmencigil.
Su akıntısı için Ahmet’e, muhtarın ağabeysine haber salmıştık. İşi varmış gelemedi. Kemaliye’de iş yaptırmak zor.  Suyu bir açıp, bir kapatarak idare ediyoruz. Bir evin en temel ihtiyacının su olduğunu çok iyi anladık.
Bir acele çarşıya seğirttim. İhtiyaçları aldım. Gazete buldum. Kılıç Market satıyor. Kemaliye’nin, isim yapmış bir marketler zincirinin şubesine ihtiyacı var. Burada pahalılık ve esnafın dengesizliği çekilmiyor. Yıllardır esnaf yüzünden bir çok hemşerimiz Kemaliye’ye gelmez oldu. İnanın, bir esnaf, fiyatı maktu olan Çaykur’un çayında bile bana kazık attı. Artık, hatalarını yüzlerine beri söylüyorum. Bir tanesi bana, ‘’size hizmet için burada heder oluyoruz’’ dedi. Ben de, ‘’ kardeşim zor geliyorsa, sen de İstanbul’a git. Seni zorla tutmuyoruz. Ben, Kemaliye’de esnaflığı bırakıp İstanbul’a gelenlerden, çalışanı görmedim. Hepsi rahat ve müreffeh yaşıyorlar. Birimkimlerini burada yaptılar. Sen bu tatlı kârları bırakıp, gider misin?’’ dedim.
Kemaliye, bence ‘’yavaş şehir’’ olmaya uygun. Ama, turizm mevsiminde şehrin ortalık yerinde inşaat gürültüsünden durulmuyor. Hem de, belediye yapıyor. Şehir Kulübünün yanındaki bir binayı onarıyorlar. Dış cephesine, *portakal sandığı tahtalarını çakıyorlar. Sözde belediyenin danışma bürosu olacakmış.
Bir süre önce, Kemaliye’nin ‘’yavaş şehir’’ olması için yazmıştım. Belediye, hazırlık içinde olduklarının yanıtını vermişti. Hiç de inandırıcı değil. Belediyenin böyle bir bilinci yok. Sanıyorum, pek yakında Bahçe Mahallesi ‘’yavaş mahalle’’ ilan edilecek.
Şehir Kulübüne uğradım. Her zamanki gibi, okeyciler büyük bir ciddiyetle okeylerini oynuyorlar. Biri var, tanıyorum, okeyi kesmemek için yemeğini masaya getirtiyormuş! Ya tuvalet ihtiyacı?
Şehir Kulübü çalışanlarında pek bir değişiklik yok. Yeni öğrendim, sahibinin ciddi sağlık problemleri varmış. Ben de, suratsız davranıyorlar diye, vira eleştiriyorum. Özür dilerim. Allah için, bardaklar, masa örtüleri, bahçe pırıl pırıl…
Burada adettir. Alış-verişler bir dükkânda toplanır, sonra araba kapıya yanaştırılıp, yüklenir. Ben de aynısını yapıyorum. Çarşı, Bahçeye göre sıcak. Hemen çarşıdan kaçıyorum. Bahçeyi seviyorum.
04 Haziran 2012  Pazartesi
Bahçe Mahallesi - Kemaliye

*Ben uyduruk işleri böyle niteliyorum.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

ŞIRZI KÖPRÜSÜ


Yolun bittiği söylenmişti. Gerçekte henüz bitmemiş. Yapılmış olan yol kaplaması sökülmeye başlamış. Önden giden araçlar kırık taşları savuruyorlar. Dikkatli olmalıyız, aracımız zarar görebilir. Yol oldukça geniş. Araçlar hız yapıyor. Aslında, bu yolda hız tehlikeli. Yol kenarına birikmiş malzeme aracı savurabilir.

Beton mikserleri yolu enine kesmiş, şev betonlarını döküyorlar. Ne işaret var, ne işaretçi! Dikkatli gidiyorum. Yolda yer yer çöküntüler var. Bunlar da ayrı bir tehlike. Sağda, baş ucundu bayrak dalgalanan bir mezar geçiyorum. Jandarma erimiz burada donarak hayatını kaybetmiş. Memleketim oldum-olası askeri sever, şehidine sahip çıkar. Benim insanım seferberlikte çok çekmiştir. Hallerden en iyi biz anlarız.


Sanki bir kraterin içine doğru iniyoruz. Müteahhit araziyi geniş bulmuş, doğayı tahrip etmiş. Ben inanıyorum, devlet adına kontrol edecek fen adamı, belki de buralara hiç uğramamıştır. Sağımızda bir tümseğin üstünde, düzgün, tek katlı bir yapı var. Bayrak dalgalanıyor. Yolu kesilmiş, öylece duruyor. Sonradan, Salihli Köyü’nün mesire yeri veya havuzu olduğunu öğrendik. İşte Kemaliye’nin ilk köyü, Salihli. Solumuzda kaldı. Evlerini korumuş. Tozlanmış bir görüntüsü var.

Döndük, kıvrıldık, en dibe Fırat’ın yanına indik. Karşıda Şırzı Köprüsü. Heyacanımız bir kat daha arttı. Gün yavaş yavaş iniyor. Gölgeler Fırat’ı, Şırzı Köprü’sünü kapatıyor. Fırat’tan bize doğru tatlı bir serinlik geldi. Yol boyu sıcaktan pek yakınmadık. Klimasız, camlar açık buraya kadar geldik.

Şırzı köprüsünden hep etkilenmişimdir. Burada saatlerce öylece durup, geçmişi anımsamak isterim. Sanki, o günleri yaşamışım gibi. Dedelerimin, Bahçe’den Arapgir’e gidip, tekrar Eğin’e dönerek Şırzı Köprüsünden geçip Erzurum’a gidişleri. Köprü üstünde, emperyalistlerin (Fransız Ziya’nın) oyunlarının bozulması. Hep bunları burada, bir benle uzun uzun düşünmek isterim. Bilir misiniz, Şırzı Köprüsü’nden bir zamanlar insan ve hayvan geçişleri paralıymış.

Bir de hep düşünmüşümdür. Eğin türküleri yeniden düzenlense, Şırzı Köprüsü’nün üstünde bir dinleti harika olmaz mı?… Yalçın kayalar, deli Fırat, sert Şırzı Köprüsü. Harika olur. Ben bu düşüncemi çok beğendim.   

Şırzı Köprüsünün, yalçın kayalar gibi sert, yalın bir görüntüsü var. Çelik gibi. Zaten çelik değil mi? Bu köprü, Barboros Baykara’nın Nefret Köprüsü değil. Değişmiş. Ahşaptan betona, betondan metale dönmüş.  Şırzı Köprüsü yalnızdır. Kayalar, köprü ve deli Fırat tam bir bütün oluşturuyorlar.

Köprü putrellerini aralığından bakıyorum. Garip bir yapı inşa ediliyor. Her zaman, her yerde görebileceğimiz berbat bir yapı tipi. Yapının konumu, yerleştiği arazinin topoğrafyası, yerel mimari, Kemaliye’nin öyküsü hiç bilinmeden kabaca yapılmış. Üniversite için yapılıyormuş. Tam bir katliam.

Kemaliye’ye gelenler, ‘’siz buraya Fırat diyorsunuz, değil. Fırat’ın iki kolundan biri Karasu’dur’’ derler. Araştırdım, en ciddi haritalarda bile Fırat yazıyor. Doğrusu Fırat Nehri. Şimdi, işte tam o Fırat’ın kıyısındayız, Şırzı Köprüsü’nün başındayız.
Aslında Kemaliye’ye geldik sayılır. Şırzı Köprüsünü geçiyoruz. Tüneli de geçtik. Solumuzda, sevimsiz inşaatı yakından görüyoruz. Buraya uyumlu değilsin. Hindinin yumurtaları arasından çıkmış ördek palazı gibisin. Sandıkbağı’nda sağda, tümseğin üstünde alakasız bir yapı tarzı daha. Koca bir site yapmışlar. Balkonuna ahşap kafes koyarak, akıllarınca yerelleştirmeye çalışmışlar. Olmuyor kardeşim, olmuyor. Yakın tarihe kadar ayakta kalmış, canım Sandıkbağı evleri yıkılmak üzereler. Acıklı bir durum. Kimilerine göre, Kemaliye’nin geleneksel evleri, bu günün modern dünyanın konforuna hiç de uygun değil.Doğrusu, insanımızı zahmetli, zor evlerde yaşatmaya hakkımız yok. Buna karşın, kent yaşamamızı yeni dünyanın koşullarına uydurmak için tokileştirmemiz de gerekmiyor. Doğru uzmanlarla, ustalarla, mimarlarla, mühendislerle geleneksel evlerimizin dönüşümü gerçekleşebilir. Yeter ki, gönül veren ve bilinçli, yeniliklere açık yerel yönetimler olsun.

Bir düşünün lütfen… Bizim geleneksel evlerimizle, büyük kentlerde yapılan, içimizin gittiği villaların iç düzenlerini bir karşılaştırın. Tıpa tıp aynı. Geriye ne kalıyor; iç düzenleri biraz değiştirmek, günümüz tekneolojisine adapte etmek. Kısacası, farklı bir restorasyonu gerçekleştirmek. Karşılığında, sağlıklı yaşam ve turizm kazanılacak. 

Kadıgölü’nün sesini duyuyorum. Gürül gürül… Sanki yerler sarsılıyor. Karşımda Tahta Camii. Kadıgölü deli akıyor. Köpüğe kesmiş. Eski menkıbelerde korkunç tanımlanır. Ben ise, Kadıgölü’ne baktıkça; dinlenirim, düşünürüm, coşarım.

Akaryakıt istasyonunun Kemaliye’nin tam ortasında ne işi var. Yokmuydu tehlikesiz, şehirden uzak bir yer. Bir de, yola garip bir şekilde fırlayıvermiş. Ve Cumhuriyet Meydanı. Çıkışta, müzenin ötesindeki Yeşil Eğin fırınından ekmeğimizi alıyoruz. Bu fırın müşterilerine esnaf gibi davranıyor, güler yüzlü, temiz, ekmekleri doğru düzgün.

Akdere’den yukarı çıkıyoruz. Akdere’nin başından sola, önce Ariki. Mezarlığımızın altında durduk. Burada yatan babama, tüm geçmişlerimize Fatiha okuduk. İster istemez duygulandım. Fatma kardeşimiz için yapılmış çeşmeyi gördük. Ona da fatihamızdan gönderdik.



Koçan Camii ibadete kapalı. Koçan Camii bana bambaşka duygular verir. Koçan Deresi’nin serinliğine doğru iniyorum. Ora senin, bura benim derken akşam üstünü yaptık. Hava iyiden iyiye serinledi. Dere kesilmiş, en altta kol kalındığında bir su akıyor. Sonuçta aktığını gördüm ya... Mehle fırını küskün, boynu bükük yolun altında durup duruyor. Eski Bahçeli, yeni Mehleli Celal Yılmaz’ın evini geçiyoruz. Ev Mehleye çok şey katmış.



Bahçe İlkokulu. İmam kadrosunda ama, Kaymakam makam şoförlüğü yapan biri oturuyor. Yakında boşaltacakmış. Galiba müze yapılacakmış. Vecdi Bingöl Eğin’liymiş. Onun anısına müze olacakmış. Ben çok anlamlı bulmadım. Oysa, mahallemizin bu binaya daha başka şeyler için ihtiyacı var.



Mahallemizin ilk evi, Emügilin ev, Kâzımefendigilin ev. Bekirağagilin çeşme iyice harap olmuş. Hüsabagilin Dereyi geçtik, Ferudun Çelikmen’in yeni yaptırdığı evin köşesinden mahallemizin meydanına döndüm. Muhtar Bedirgil  evinlerinin  önünde oturuyor. Hoşgeldiniz ettiler ve ortalık kalktı. Hoş geldin diyen, meydana döküldü. Bizde heyecan dorukta. Sarıldık, tokalaştık. Hal-hatırdan sonra, evimizin önüne yanaştım. Kolayca eşyalarımızı boşalttık.



Sağolsunlar… Değirmencigil, Muhtar Bedirler ayrı ayrı yemeğe çağırdılar. Bedirgilde yedik ve yattık. Ne gündü ama…  



03 Haziran 2012 Pazar

Bahçe Mahallesi